Halime Korkmaz

Hakkı olana hakkını vermek veya kaçındığımız akrabalarımız

Halime Korkmaz

Akraba, “biriyle aynı soydan olan kimse” olarak tanımlanmaktadır. Akraba ile aynı anlamda “sıla-i rahim” tabiri kullanılmakta olup terim olarak; “kan bağı ve evlenme yoluyla oluşan akrabalık bağlarını yaşatma, akrabalarla ilişkiyi sürdürme, haklarını gözetme, onlara ilgi gösterme, iyilik ve yardımda bulunma, ziyaret etme” şeklinde açıklanmaktadır. Bu sebeple anne veya baba tarafından aynı soyda birleşen kişiler, dünyaya geldikleri andan itibaren isteseler de istemeseler de birbirlerini sevseler de sevmeseler de beğenseler de beğenmeseler de “akraba” sıfatını elde etmektedirler.

Akraba olmaktan doğan belirli haklar, görevler ve sorumluluklar vardır. Bunları maddi ve manevi şeklinde sınıflandırılabiliriz. Müslüman, bu haktan doğan görev ve sorumlulukları yapmakla mükelleftir. Dolayısıyla akrabalık bağlarının korunması hem dini bir vecibe hem de kişiyi Allah’a yaklaştıran bir vesiledir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah şöyle buyurur: “Ben Rahmân”ım, o (akrabalık bağlarının adı) da rahimdir. Ona kendi ismimden türeyen bir isim verdim. Onunla ilişkiyi sürdürenle ben de ilişkimi sürdürür, onunla ilişkiyi kesenle ben de ilişkimi keserim.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 45)

Yaz geldi ve geçiyor, gurbette olanların bir kısmı tatile gitti bir kısmı ise memleketlerine gittiler, gidiyorlar. Ve bu süreçte akrabalık ilişkileri daha gün yüzüne çıkmıyor. Bir selam etme, bir hatır sorma, bir bardak çay içme, hastayı ziyaret etme, düğüne derneğe katılma, yani ölüyü ve diriyi hatırlamaya sebep olacak ziyaretlerin vücuda gelmesi gerekir. Akraba ilişkisi aslında bir anlamda hem ölü hatırı hem diri hatırıdır hatır gönül sayan için.

Aslında akraba ile ilişkiyi sürdürmek, zaman zaman çok da iyi gitmeyebilir. Özellikle maddi konular söz konusu olduğunda akrabalık bağları kopmaya meyilli hale gelmektedir. Oysa bu, oldukça narin ve çift taraflı dikkat isteyen bir konudur. Şöyle ki Hz. Peygamber’e (SAV) bir kişi gelerek; “Beni cennete götürecek bir iş söyler misiniz?” şeklinde bir soru sorduğunda Hz. Peygamber ona şu cevabı vermektedir: “Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın; namazını kılar, zekâtını verirsin ve akrabanı gözetirsin.” (Buhari, Edeb, 10) Yine başka bir hadis-i şerifte ise Hz. Peygamber (SAV); “Akraba ilişkisini kesen, cennete giremez.” (Müslim, Birr, 19) buyurur. Aslında akraba ile ilgili bu sürecin ne kadar zorlu bir imtihan olduğu da dikkatleri çekmektedir. Maalesef ki modern çağdaki bireysel hayat yaşamayı tercih eden kişiler için akraba pek de var olması gereken bir konu olmamaktadır. Oysaki bu görüldüğü gibi kişinin nefsine göre amel etmesi gereken bir durum değil aksine Allah’ın korumayı emrettiği bir ilişkidir.

Akraba ile ilişkiyi devam ettirmenin imanla da ilişkisi vardır. Başka bir ifade ile akrabalık, dünya-ahiret dengesi açısından önemlidir. Hz. Peygamber’in dilinden öğrenecek olursak şu gerçeği görmekteyiz: “... Kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa, akraba ile irtibatını sürdürsün...” (Buhârî, Edeb, 85) Akraba ile alakayı koparmamak, kişinin üzerinde duran bir haktır. Tercih etme gibi bir özgürlük alanı verilmemiştir her ne kadar insan tercih yaptığını zannetse de. Zira Cenab-ı Allah, gerek, “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya hakkını ver; fakat malını israf ederek saçıp savurma.” (İsrâ 17/26) gerek, “Öyleyse akrabaya, yoksula ve yolda kalmışlara hakkını ver. Allah’ın rızasını isteyenler için en hayırlı yol budur. Kurtuluşa erecek olanlar da işte bunlardır.” (Rûm 40/38) ayetlerinde kuralı bildirmiştir. Bu sebeple insanın kendi tercihine göre amel etmesi anlaşılmaz bir durumdur. Akraba ile ilişkide dikkat edilmesi zaruri nokta ise; israfa kaçılması ve kendini maddi ve manevi olarak yorulmaya sebep olacak durumlardan uzak durulması mevzusudur. Ayrıca akrabalık kulun ya kurtuluş reçetesidir ya da…

Dinimiz, “emr-i bil ma’ruf ve nehy-i ani’l münker” yani iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı da Müslümanlara farz olarak emretmiştir. Bu açından akrabalarla imtihan devam eden bir durumdur. İyilik yapmak da, uyarmak da, yardımda bulunmak da kısacası kendimiz dışında olan ilişkilerde akrabayı gözetme görevimizin olduğunu bilmek zorundayız. Bunun için de akraba ile ilişkilerde haberdar olmak gibi bir mecburiyetimiz olduğunu hatırdan çıkarmamak zorundayız. Bu kişinin inisiyatifine bırakılmış bir durum değildir. Şöyle ki,

*“Şüphesiz ki Allah adaletli davranmayı, iyilik yapmayı ve akrabayı görüp gözetmeyi emreder. Her türlü hayasızlığı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Düşünüp ders almanız için size böyle öğüt verir.” (Nahl 16/90)

*“Rasûlüm! Önce en yakın akrabanı uyar.” (Şuarâ 26/214)

Son zamanların “mahalle baskısı” veya “elalem” dediği şeyde aslında akrabanın her açıdan uyarılması veya başka bir ifade ile “yanlış yapıyorsun-doğru yapıyorsun” diyerek dikkatini çekmek akrabalar arasında bir vazife olmaktadır. Son zamanların moda tabiriyle “sen bana karışamazsın” veya “sen benim çocuğuma karışamazsın” diye başlayan cümleler maalesef ki oldukça popüler olmakla birlikte akrabalar arasında bu konuya Allah’ın izin verdiği de dikkat çeken bir durumdur.

*“Rasûlüm! Sana, Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Sevap kazanmak için harcayacağınız şeyleri öncelikle ananıza, babanıza, akrabanıza, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara verin.” İyilik olarak her ne yaparsanız, Allah onu mutlaka bilir.” (Bakara 2/215)

Akraba ile ilişkiyi sürdürenlere büyük mükafatlar vardır. Rabbimin insana sunduğu bu güzellikler ve zenginlikler saymakla bitmeyecektir fakat yine Hz. Peygamber’in dilinden konuya dikkat çekelim: “Kim rızkının bollaştırılmasını yahut ecelinin geciktirilmesini arzu ederse, akraba ile irtibatını sürdürsün!” (Müslim, Birr, 20)

Ahir zaman diye bir kavram var hayatımızda. Artık dünyanın sona yaklaştığını düşündüren ve sonsuz olan hayatın başlangıcını haber veren bir tabir. İşte bu zamanda akraba ile arkadaş karşı karşıya geldi. İnsanlar kırıldıklarında, darıldıklarında daha kolay terk edebilecekleri daha özgürlük alanı buldukları maddi-manevi birbirlerini yormadıkları “arkadaşları” tercih etmeye başladılar. Ne ölümde, ne hastalıkta, ne düğünde akrabaya görmek yok sayılır oldu maalesef. Şunu hatırlamakta fayda vardır ki, akrabalar ile alakanın kesilmesi kıyamet alametlerinden sayılmaktadır. (İbn Hanbel, I, 420) Bundan dolayı bunun farkında olmak zorundadır her bir Müslüman.

Peki akrabaların yok sayılması ve sıla-i rahmin terke edilmesinin olumsuz tarafları nelerdir? Mesela “O fasıklar ki, Allah’a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler, Allah’ın korunup gözetilmesini emrettiği bağları koparırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. En büyük zarara uğrayanlar işte onlardır.(Bakara 2/27) Yine şu ayete de dikkat kesilmek zorundayız: “Allah’a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönenler, Allah’ın korunup gözetilmesini emrettiği hususları koparıp atanlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlara gelince, işte lânet de bunlar içindir, varılacak en kötü yer olan cehennem de bunlar içindir.” (R’âd 13/25)

O zaman bir Müslüman akrabalarını tanımak, bilmek ve onlarla ilişki kurmak zorunda. Bu konuda cimri davranmaya kalkışamaz, bu konuyu yok sayamaz ve akrabalarının haklarını ve hukuklarını koruyup gözetmek zorundadır. Diğer taraftan akrabaların da diğer akrabalarını zor duruma bırakmaya hakkı yoktur. Bu, ince bir konu olup dikkatin zirvede olması gereken bir durumdur. Her bir akraba, bağlarını kopardığında günah işlediğinin farkında olarak hayatına devam etmek zorundadır.

Yazarın Diğer Yazıları