İlim Hikmet Sofrası Sohbetleri Devam Etti

Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli Kültür Vakfı tarafından Kastamonu'daki Hz. Pir Külliyesi Bayraklı Konak'ta düzenlenen İlim Hikmet Sofrası Cumartesi Sohbetleri'nin 8. dönem 171. hafta programında, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bekir Tatlı konuk oldu.

Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli Kültür Vakfı tarafından Kastamonu'daki Hz. Pir Külliyesi Bayraklı Konak'ta düzenlenen İlim Hikmet Sofrası Cumartesi Sohbetleri'nin 8. dönem 171. hafta programında, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bekir Tatlı konuk oldu.

Prof. Dr. Bekir Tatlı 'Batılıların İslam, Kur'an ve Hz. Peygamber'e Bakışı' konusunda sunum ve konuşmasını gerçekleştirdi.

Cumartesi Sohbetleri programı Kastamonu Enderun Hafızlar Topluluğu Başkanı Muhammed Feyzi İbrahimoğlu'nun açılış sunumu ve Nasrullah Kadı Cami Baş İmam Hatibi Kahraman Şekercioğlu Kur'an-ı Kerim Tilaveti ile başladı.

Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Çiftçi yaptığı selamlama ve açılış konuşmasında; 'Allah'ın rahmeti, bereketi; Peygamberimiz Aleyhissaltü Vesselm Efendimizin şefaati; erenlerin, Allah dostlarının himmeti sizlerin ve bütün inananların üzerine olsun inşallah. Vakfımızın davetini kırmayarak Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi'nden teşrif eden, memleketimizin evladı Prof. Dr. Bekir Hocamıza; sayın protokol üyelerine, sayın misafirlerimize, değerli büyüklerimize, vakfımızın kıymetli üyelerine ve Şeyh Şabn-ı Veli Vakfımız tarafından düzenlenen 8. dönem, 171. İlim Hikmet Sofrasına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum. Yüce Mevlamız Kur'an-ı Kerim'de, Mülk Suresi'nin ikinci ayetinde şöyle buyurur: 'Hanginizin daha güzel amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır. Peygamber Efendimiz Aleyhissaltü Vesselm ise bizlere; 'Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışınız.' buyurmaktadır. Yine Efendimiz Aleyhissaltü Vesselm,'Dünya, ahiretin ekin tarlasıdır.' buyurur. Bizler burada hayır namına ne ekersek, inşallah onun mükfatını göreceğiz. Şer namına ne işlersek de zerre kadar dahi olsa onun karşılığını bulacağız. Cenb-ı Hak, dünya ve ahiret dengesini muhafaza eden kullarından eylesin bizleri. Peygamber Efendimiz Aleyhissaltü Vesselm; 'Kim sabah kalkıp çoluk çocuğunun nafakasını temin etmek için, helali helal, haramı haram bilerek rızkını helal yollardan kazanmaya çalışır ve yine helalinden harcarsa, ibadet hlindedir.' buyurmuştur. Bizler, vakfımızın icra etmiş olduğu cumartesi sohbetlerinde hem dini hem de milli konuları ele alıyoruz. Hocalarımız, akademisyenlerimiz bu çerçevede bizleri bilgilendiriyor. Aslında dünya ile ahiret, milli konular ile dini konular arasında bir ayrım yoktur. Çünkü Efendimiz, ailesinin nafakasını temin etmek için yola çıkan kimsenin ibadet hlinde olduğunu ifade etmektedir. Öyleyse bizler de bu niyetle buradayız; inşallah ibadet hlindeyiz. Şimdi vakfımızın düzenlemiş olduğu İlim Hikmet Sofrası programında, kıymetli hocamızın bizleri irşat edeceği sohbetine geçeceğiz. Bu programın; ilimiz, ülkemiz, bütün İslam lemi ve insanlık için hayırlara vesile olmasını Cenb-ı Hak'tan niyaz ediyorum. Hepinize saygı ve hürmetlerimi sunuyorum. Tüm katılımcılarımıza emeği ve katkısı geçenlere de Vakfımız adına teşekkür ediyorum' dedi.

'İlim Ve Hikmet Sofraları Kıyamete Kadar Devam Eder'

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bekir Tatlı'da 60 dakikaya yakın yaptığı sunum ve konuşmasında şunları söyledi; 'Bu güzel dinî ve hikmet sofrasını teşrif eden değerli kardeşlerim, sözlerime Hamdü Sena ile ve Resûlullah Aleyhisselm'a Saltü selamla başlamak istiyorum. Öncelikle, civarında bulunmakla şeref duyduğumuz Kastamonu'muzun, Türk dünyasının ve İslam leminin medarı iftiharı olan Şeyh Şaban-ı Veli Hazretleri'nin meknında, onun makamında bulunmanın bende uyandırdığı gururu, huzuru ve süruru ifade etmek isterim. Esasen şu anda hepimiz onun misafirleriyiz. Hepimiz buraya dışarıdan geldik. Elbette her yerin ve bütün mülkün sahibi yüce Allah'tır; ancak O'nun izniyle bu meknın manevi ev sahibinin Şeyh Şaban-ı Veli Hazretleri olduğunu düşünerek bu ifadeleri kullanıyorum. Kendisine yüce Allah'tan rahmet diliyor, şefaatlerinden hiçbirimizi mahrum bırakmamasını niyaz ediyorum. İkinci olarak, beni buraya davet eden Şeyh Şaban-ı Veli Kültür Vakfı Başkanı, değerli hocamız Mehmet Çiftçi'ye teşekkürlerimi arz ediyorum. Bununla birlikte Abdurrahman Bey'e, bu külliyeye ömrünü hizmetle geçirmiş ve inşallah yine bu hizmetle ömrünü tamamlayacak olan değerli kardeşimiz Abdurrahman Emir Alioğlu'na da özellikle teşekkür etmek isterim. Ayrıca, burada sizlerle paylaşacağım ve son derece önemli olduğuna inandığım bir konuyu gündeme almama vesile olan kadim dostum Hamdi Özden hocamıza da teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Bugün ele alacağımız konu, hepimizi yakından ilgilendiren bir meseledir. Bildiğiniz üzere, bu mecliste İlim Hikmet Sofraları 171 oturumdur devam etmektedir. Şu anda sekizinci dönemin 171. oturumundayız. İnşallah bu ilim ve hikmet sofraları kıyamete kadar devam eder. Hocamızın da belirttiği gibi, burada hem millî hem de dinî konular ele alınmaktadır. Bizler de uzakta olsak dahi bu faaliyetleri yakından takip ediyoruz. Bugün ele almayı tercih ettiğim ve Hamdi hocamızla istişare ederek kararlaştırdığımız konu, Batılıların İslam, Kur'an-ı Kerim ve Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hakkındaki görüşleridir. Bu konunun dinî mi yoksa millî mi olduğu sorusu bana yöneltilse, doğrusu buna kesin bir cevap vermekte zorlanırım. Çünkü İslam, Kur'an ve Peygamber denildiğinde ilk akla gelen elbette bunun dinî bir mesele olduğudur. Ancak aynı ölçüde ve aynı ciddiyetle bunun millî bir mesele olduğunu da düşünüyorum. Bu sebeple bu konuyu buraya taşıma gereği hissettim. Kanaatimce bu konu hem dinî hem de millî bir meseledir. Yakın zamanda Papa'nın ülkemizi ziyaret ettiğini hepimiz biliyoruz. Vatikan, İznik Konsili'nin 1700. yıl dönümü vesilesiyle, 325 yılında gerçekleştirilen bu konsilin yıldönümünde üst düzey bir katılım gerçekleştirdi. Bu ziyaret, yalnızca dinî bir ziyaret miydi yoksa millî bir ziyaret miydi diye düşündüğümüzde, her iki yönü de birlikte barındırdığını görmekteyiz. Batı'nın İslam'a, Kur'an'a, Hazreti Peygamber'e ve üzerinde yaşadığımız bu topraklara dair düşüncelerinde, geçmişten günümüze kayda değer bir değişiklik olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Birazdan paylaşacağım örneklerden de bu durum açıkça anlaşılacaktır' ifadelerine yer verdi.

'İslam'a Karşı Belirli Bir Çalışma Planı Ve Yol Haritası Oluşturmuştur'

Sohbetlere devam ederek doğu kavramına değinen, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bekir Tatlı; 'Peki, Batılılar derken kimi kastediyoruz? Öncelikle bu husus üzerinde durmak isterim. Batı kime göre batıdır, doğu kime göre doğudur? Bu yönleri kim belirlemektedir? Bizim 'doğu' olarak adlandırılmamıza kim karar vermiştir? Gücün ve ilmin kimde olduğu, tanımlamayı ve isimlendirmeyi de onun yaptığı bir gerçektir. Batı, kendisini konumlandırdığı noktadan hareketle diğer coğrafyalara isim vermektedir. Doğu, Orta Doğu, Uzak Doğu ve Orta Asya gibi kavramlar bu bakış açısının ürünüdür. Bizler Orta Asya yerine Türkistan demeye gayret etsek de Batı kendi belirlediği kavramları kullanmaya devam etmektedir. Batı ile kastettiğimiz yalnızca Avrupa değildir. Amerika, Hristiyan dünyası ve Yahudi dünyası da bu çerçevenin içindedir. İlim diliyle bu çevrelere 'müsteşrik', yani oryantalist denilmektedir. Orient, doğu anlamına gelmektedir. İstişrak faaliyetlerinde bulunan, doğuyu inceleyen, doğu üzerine çalışan kişiler için bu kavram kullanılmaktadır. Şarkiyatçı ifadesi de aynı kökten gelmektedir. Dikkat ederseniz, müsteşrik, istişrak ve şark kelimelerinin tamamı 'doğu' kökünden türemiştir. Bu doğu ise büyük oranda İslam dünyasını, Orta Doğu'yu, Anadolu'yu ve Müslümanların yoğun olarak yaşadığı coğrafyaları ifade etmektedir. Zaman zaman sınıfta bu kavramı kullandığımda, öğrencilerimizin yazılı kğıtlarında 'müsteşrik' yerine 'müşrik' yazdıklarını görüyorum. Oysa bu iki kelime köken itibarıyla farklıdır. Biri şirk kökünden, diğeri ise şark yani doğu kökünden gelmektedir. Ancak bu yanlış kullanım üzerinde düşündüğümde ilginç bir hakikate işaret ettiğini de fark ediyorum. Müşriklerin İslam'a, Hazreti Peygamber'e ve Kur'an'a bakışıyla, birçok müsteşrikin bu değerlere bakışı arasında ciddi bir fark bulunmamaktadır. Bir Ebu Leheb'in, bir Ebu Cehil'in ve uzun süre Ebu Süfyan'ın İslam'a bakışı ile pek çok müsteşrikin bakışı neredeyse aynıdır. Her iki kesim de İslam'a şüpheyle yaklaşmakta ve bu doğrultuda çalışmalar yürütmektedir. Batı dediğimizde, Hollandalısı, Belçikalısı, Avusturyalısı, Macarı, Yahudisi, Amerikalısı ve İngiliz'i ile çok geniş bir kesimi kastediyoruz. Bu çevrelerin tamamı istişrak faaliyetlerinde aktif rol almış ve İslam'a karşı belirli bir çalışma planı ve yol haritası oluşturmuştur. Bu faaliyetlerin başlangıcını, Hazreti Peygamber dönemine oldukça yakın bir zamana kadar götürmek mümkündür. Bu noktada Yuhanna ed-Dımeşkî, yani John of Damascus adlı bir rahibi anmak gerekir. Şamlı John olarak bilinen bu kişinin vefat tarihi hicrî 133'tür; yani Peygamberimizden yaklaşık 120 yıl sonra, miladî 750 yılında vefat etmiştir. John of Damascus, İslam hakkında bir risale kaleme almıştır. Bu risaleyi, çevresindeki Hristiyanları bilgilendirmek, İslam'dan nasıl sakınılacağı ve toplumun İslam'a karşı nasıl korunacağı düşüncesiyle yazmıştır. Günümüzde pek çok müsteşrikin hl bu risaleye atıfta bulunduğunu ve eserlerinin önsözlerinde ona yer verdiğini görmekteyiz. Batı dünyası, 1312 yılında yapılan bir konsilde, Müslümanlarla bu şekilde mücadele edilemeyeceğini kabul etmiştir. Savaş meydanlarında sonuç alamadıklarını, Kudüs'ü ve Orta Doğu'daki toprakları kaybettiklerini görmüşlerdir. Bunun üzerine taktik değiştirme kararı almışlardır. Düşman olarak gördükleri İslam'ı ve Müslümanları tanımaları gerektiği sonucuna varmışlardır. Bu amaçla, İslam medeniyetini ayakta tutan kaynakların incelenmesi gerektiğini düşünmüşlerdir. Bu konsilde alınan kararlardan biri, Kur'an-ı Kerim'in Latince'ye tercüme edilmesidir. Kur'an nasıl bir kitaptır ki İslam dünyasını ayakta tutmaktadır, bunu öğrenmek istemişlerdir. Ardından İslam tarihi kaynakları, hadis külliyatı ve tefsir çalışmaları üzerine yoğunlaşmışlardır. Bununla birlikte Arapça, Farsça ve Türkçe gibi dillerin öğrenilmesi için enstitüler kurmuşlardır. Çünkü onlara göre düşman, bu dilleri kullanmaktadır. Kur'an tercümeleri sırasında yapılan çalışmalar, ciddi hatalar içermektedir. Özellikle Fransızca tercümelerde, metnin başına iki ek bölüm ilave edilmiştir. Bunlardan biri 'Türklerin dininin ana fikri' başlığını taşımaktadır. Kur'an-ı Kerim tercümesinin başında Türklerin dinine dair bir bölüm yer alması son derece dikkat çekicidir. Bu durum, Batı'nın gözünde İslam ile Türklüğün özdeş görüldüğünü göstermektedir. Nitekim Balkanlar'da ve Bosna, Sırbistan, Kosova gibi bölgelerde Müslüman olan kişiler için 'Türk oldu' ifadesinin kullanılması da bu algının bir yansımasıdır. Sonuç olarak, Batılı müsteşriklerin İslam'a yönelik ilgisi, yalnızca bilimsel bir merakın ürünü değildir. Bu ilgi, tarihsel, siyasî ve ideolojik hedeflerle şekillenmiş çok boyutlu bir faaliyettir' şeklinde konuştu. Program sonunda günün anısına Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli Hazretleri'nin sözü olan, 'Gelişiniz Güle Güle, Gidişiniz Güle Güle' yazılı oyma ahşap tablo Tahsin Babaş, Zühtü Danacı ve Mehmet Çiftçi ve İbrahim İriş ile Kamil Yaylacı tarafından da kitap Prof. Dr. Bekir Tatlı'ya verildi. Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli Kültür Vakfı'nca hazırlanan Geleneksel Tarhana Çorbası ve Simit programa katılanlara ikram edildi.


Özel Haber

Bakmadan Geçme