Prof. Dr. Şerif Demir: 'Artık Darbeleri Konuşmamalıyız'
Kastamonu İl Milli Eğitim Müdürlüğü Toplantı Salonu'nda '15 Temmuz'un Gölgesinde Demokrasi ve Darbe İlişkisi' adlı konferans düzenlendi.
Kastamonu İl Milli Eğitim Müdürlüğü Toplantı Salonu'nda '15 Temmuz'un Gölgesinde Demokrasi ve Darbe İlişkisi' adlı konferans düzenlendi. Düzenlenen konferansa il genelindeki okul müdürleri tarafından katılım sağlandı.
Açılış konuşmasını gerçekleştiren Kastamonu Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şerif Demir; 'Şimdi öncelikli olarak şunu belirtmek isterim. Ben bir Cumhuriyet tarihçisiyim. Yaklaşık 30 yıldır darbeler ve Demokrat Parti üzerine çalışan bir akademisyenim. Hatta bu konuda yayımlanmış bir kitabım da mevcut. Buraya gelirken hem bir davet üzerine hem de bazı kaygılarla geldim. 1996 yılının Eylül ayında Aksaray'ın Güzelyurt ilçesinde bulunan Hasan Hüseyin Demircioğlu İlköğretim Okulu'na öğretmen olarak atandım. Göreve başlayalı henüz iki ay olmuştu ki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı geldi. 'Sen tarihçisin, bu yılki 29 Ekim konuşmasını sen yapacaksın' dediler. İlçe merkezi olan bu yer küçük ve mütevazıydı. Zaten iki-üç okul vardı. 'Sen tarih öğretmenisin, bu senin görevin' dediler. Görevi kabul ettim. Müdürümüz Oğuzhan Yılmaz bana görevi tebliğ etti ve bir kağıt uzattı. 'Buyurun' dedi. 'Bu nedir, müdürüm?' dedim. 'Yapacağınız konuşma metni' dedi. 'Nasıl yani?' dedim. 'Bu metin temiz, başınızı ağrıtmaz. Son derece risksiz bir konuşma metni' dedi. 'Peki, bunu kim hazırladı?' diye sordum. 'Vallahi bilmiyorum,' dedi. 'Nasıl olur, bilmiyorsunuz?' dedim. 'Bu metin 10 yıldır burada okunuyor. Şimdiye kadar bir kişi bile fark etmedi, kimse de itiraz etmedi. Sen de oku geç' dedi. Bakın bu olay bir ilçe merkezinde yaşanıyor. Velilerin ve öğrencilerin bulunduğu bir ortamda, sadece bir sayfalık genel ifadeler içeren bir metin okunuyordu. 'Eğer uygun görürseniz, kendim bir konuşma hazırlamak isterim' dedim. O dönemde idealisttim. Göreve yeni başlamış, heyecanlıydım. Oldukça emek vererek bir metin hazırladım. Konuşmamı yaptım ama kalabalığın çoğunun konuşmayı duymadığını fark ettim. Mikrofon olmasına rağmen, ortamda koşuşturma hakimdi. Değerli hocalarım, belki 15 Temmuz'dan sonra bu meseleye siyasi açıdan bakanlar, farklı değerlendirme ve analizler yapanlar olabilir. Elbette işin içinde hl esrarını koruyan noktalar da mevcut. Ancak şunu çok kıymetli buluyorum: Eğer biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, Atatürk'ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesine taşımak istiyorsak; demokratik bir hukuk devleti kurmak ve yaşanabilir bir ülke inşa etmek istiyorsak, darbelerle yüzleşmeli ve bu olgunun tamamen ortadan kalkması için çaba göstermeliyiz. Artık darbeleri konuşmamalıyız' dedi.
'Asker Bizim İçin Kıymetlidir'
Darbelerin ülkeye ve toplumlara karşı bir saygısızlık olduğunu söyleyen İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şerif Demir; 'Düşünün, bu konu herhangi bir Avrupa ülkesinde gündeme gelebilir mi? Bugün Amerika, dünyanın süper gücü. Başında sabah başka, akşam başka konuşan bir lider var. Yüzde 500 gümrük vergisi koyduğunu söylüyor, öğlen silah verip vermediğine karar değiştiriyor. Ama Amerika'da kimse şöyle demiyor: 'Bu lideri nasıl devireceğiz?' Adam görevden alıyor, kavga ediyor; ama sistem devam ediyor. Bizim bu ülkede şununla yüzleşmemiz gerek: 27 Mayıs iyiydi ama 12 Mart feci, 12 Eylül kötüydü ama 28 Şubat gerekliydi. Hayır arkadaşlar, hayır değerli hocalarım; hiçbir darbe, 'ama', 'fakat', 'lakin' gibi gerekçelerle meşrulaştırılamaz. Bu ülkeye hiçbir darbenin faydası olmamıştır. Bu nedenle darbecilik kültürüyle yüzleşmeli ve darbenin kendisini bir çözüm yolu olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Bu bağlamda değerlendirmemi demokrasi ve darbe ekseninde yapacağım. Çünkü bu alana yıllarını vermiş bir meslektaşınızım. Genel bir giriş yapmak gerekirse, öncelikle darbe olgusunun sebeplerini çok iyi anlamalıyız. Bunun için de asker-sivil ilişkileri çok iyi analiz edilmelidir. Bu arada, Kuzey Irak'ta şehit düşen 12 kahraman evladımızı rahmet, minnet ve saygıyla anmak istiyorum. Onların fedakrlıklarını asla unutmamalıyız. Asker bizim için kıymetlidir. Meseleye bir düşmanlık çerçevesinden bakamayız. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir anayasası var. 1876'dan bu yana birçok anayasa yapıldı. Bu anayasalarda herkesin görev ve yetkileri tanımlanmıştır. Hepimiz 657'ye tabiyiz. Belki üniversitede çalışanlar olarak 2547'ye bağlıyız. Ama neticede hepimiz devlet memuruyuz. Asker de bir devlet memurudur. Benim kalkıp öğrencilerimle birlikte İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nü basmam ve 'Bu işi ben daha iyi yaparım,' demem mümkün müdür? Bu saygısızlığı yapabilir miyim? Burada çok kıymetli, yıllarını bu işe vermiş müdürlerimiz, idarecilerimiz var. Onların tecrübelerini göz ardı edip ben bilirim diyebilir miyim? 27 Mayıs olduğunda, maaşlar ayın başında ödeniyordu. İsmet Paşa, 'Askerler bu işi bilmez, insanlar mağdur olmasın,' dedi. CHP'den iki maliyeci gönderdi. Çünkü asker maliyeyi, dış politikayı, eğitimi, ekonomiyi bilmez. Biz ordumuzla gurur duyuyoruz. Bu zor coğrafyada huzur içinde yaşıyorsak, bunda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin büyük payı vardır. Ancak bu, askerin ülke yönetimini devralması gerektiği anlamına gelmez' ifadelerine yer verdi.
'Tek Aidiyetim Türkiye Devleti'dir'
Toplum için tek aidiyetin devlet ve millet olması gerektiğini vurgulayan İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şerif Demir; 'Ben tarihçiyim. En iyi turizmi, ekonomiyi bilmem. Bakkal bile yönetemem. Ama eğitimciyim. 1996'dan beri sınıfın tozunu yutsam gocunmam, gurur duyarım. Bu meseleye uzmanlık ve görev yetkisi çerçevesinde yaklaşmamız gerektiğine inanıyorum. Muasır medeniyet hedefinden bahsederken, Avrupa'daki siyasal ve toplumsal geçmişle bizimki aynı değildir. Oradaki sınıf çatışmaları, devrimler, toplumsal dinamikler bizden farklıdır. Biz ordu-millet geleneğine sahip bir toplumuz. Ordumuzun resmi kuruluş tarihi M.Ö. 209'a dayanır. 2200 yıllık bir gelenek, kültür ve hafıza vardır. Bugün Orta Doğu'ya yön verenler çadır devletlerinden çıkmış olabilir. Ama Türkiye Cumhuriyeti öyle değildir. Biz askeri ayrı bir meslek değil, bir kimlik olarak görürüz. Askerliği bir kültür olarak yaşarız. İşte bu nedenle asker-sivil ilişkilerinde ideal dengeyi kurmakta zorlanıyoruz. Tarih kendini tekrar ediyor. Her 10 yılda bir anayasa, her 10 yılda bir balans ayarı. Bunları artık geride bırakmamız gerek. Kendimi sadece bir aidiyetle tanımlayabiliyorum: Fenerbahçeliyim. Ama orada da yüzüm gülmüyor. 'Bu sene, o sene' diye bekliyoruz. Bunun dışında tek aidiyetim Türkiye Devleti'dir. Bu Cumhuriyeti millettir, bu anayasadır. Farklılıklarımız ise zenginliğimizdir. Sınıftaki herkes Galatasaraylı olsa mutlu olmam. Fenerbahçeli olsa da mutlu olmam. Çünkü farklılıklarımız bu ülkenin en güzel yönlerinden biridir' diye konuştu.