• Haberler
  • Genel
  • Mimar Sevgi Bayramoğlu: 'Kastamonu Mimarisi Büyüleyici Bir Miras Taşıyor'

Mimar Sevgi Bayramoğlu: 'Kastamonu Mimarisi Büyüleyici Bir Miras Taşıyor'

Genç mimar Sevgi Bayramoğlu, Kastamonu'nun eşsiz mimarisi ve mimarlık mesleği hakkında önemli bilgilere yer verdi.

Genç mimar Sevgi Bayramoğlu, Kastamonu'nun eşsiz mimarisi ve mimarlık mesleği hakkında önemli bilgilere yer verdi. 

Çalışma hayatına dair konuşan genç mimar Sevgi Bayramoğlu; “İlk, orta ve lise eğitimimi Kastamonu’da tamamladım. Abdurrahman Paşa Lisesi 2010 mezunuyum. Aynı yıl Gebze Teknik Üniversitesi (Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü) Mimarlık Bölümü Mimarlık Fakültesini kazandım ve 2015 yılında mezun oldum. Mezun olduktan hemen sonra iş hayatına atıldım. İşe ilk başladığım firma olan Nilşen İnşaat Taahhüt Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’nde meslek hayatıma devam etmekteyim. Ben meslek hayatımdaki uzmanlığımı restorasyon üzerine ilerletiyorum. Bu açıdan baktığımda da mimarlık benim için geçmişe saygı duyarak geleceğe dokunmak. Yıkılmış, unutulmuş, belki de kimsenin dönüp bakmadığı bir binaya yeniden hayat veriyoruz.  Ama onu değiştirmeden, bozmadan, olduğu gibi koruyarak. Restorasyonda her proje bir keşif gibi. Arşivlerde kaybolmak, eski fotoğrafları incelemek, ustalarla sohbet etmek. Benim için en kıymetli an da restorasyonu yapılan o yapının yeniden nefes aldığını görmek. O yapıya bakan biri ‘burası ne güzel korunmuş’ dediğinde, çok mutlu oluyorum” dedi. 

‘Hayal Kuruyorsun, Çiziyorsun, Tasarlıyorsun’

Mimarlık mesleği üzerine konuşan Mimar Sevgi Bayramoğlu; “Mimarlık çok güzel bir meslek. Hayal kuruyorsun, çiziyorsun, tasarlıyorsun. Sonra bir bakıyorsun, o hayal gerçek olmuş. Ama kadın olarak bu işi yapmanın hem güzel yanları var, hem de bazen insanı zorlayan tarafları. Avantajları: Detaylara daha çok önem veriyoruz. Bir pencerenin konumu, bir malzemenin dokusu.. Bunlar küçük gibi ama bence tasarımı özel yapan şeyler. Kimin neye ihtiyacı var, nasıl bir mekânda rahat eder, bunları anlamak bazen teknikten daha değerli oluyor. Şantiye ilk başta biraz ürkütücü tabii, ama sonra alıştım. Ustalarla çay içip proje konuşmak bile ayrı bir deneyim. Renk uyumu, malzeme seçimi vs. Bunları düşünmek bana zevk veriyor. Aynı anda birçok şeyi yönetebiliyoruz biz kadınlar. Hem tasarım, hem uygulama, hem iletişim… Hepsini bir arada yürütmek bazen zor ama alışınca güzel bir ritim yakalanıyor. Zorlukları; Bazen ciddiye alınmıyoruz. Şantiyeye gidince hele ilk zamanlar, yaşım da gençken, daha çok oluyordu. Toplumun kalıpları yoruyor. Ama biz her alanda varız ve var olmaya devam edeceğiz.  Zaman yetmiyor. Hem iş, hem ev, hem özel hayat… Hepsini dengelemek kolay değil. Özellikle yoğun proje dönemlerinde kendime vakit ayırmakta zorlanıyorum. Ama yine de mesleğimi seviyorum. Bir gün bir projeyi gezip “bunu ben tasarladım” demek tarifsiz bir duygu. Kadın olarak mimarlık yapmak bazen daha çok mücadele gerektiriyor ama bir o kadar da gurur verici” ifadelerine yer verdi. 

‘Ben Sadece Tasarlamak Değil, Korumak İstiyorum’

Kendisi için ev ya da bina inşa etmenin hayallerine açılan bir kapı olduğunu söyleyen Sevgi Bayramoğlu; “Küçükken eski evlere bayılırdım. Duvarlar çatlamış, kapılar gıcırdıyor, ama içlerinde bir sıcaklık vardı. Bir gün bir tarihi yapının önünde durup ‘ben bu işi yapmalıyım’ dedim. Lisede mimarlık fikri kafamda iyice yer etti. Çizim derslerini çok seviyordum. Bir şeyler tasarlamak, hayal kurmak bana çok iyi geliyordu. Üniversiteye başladığımda ilk stüdyoya girdiğim günü hâlâ hatırlıyorum. Masamda kalemler, kağıtlar, cetveller. Ama restorasyonla tanışmam başka bir dönüm noktasıydı. Bir proje için eski bir konağa gitmiştik. O yapıdaki detaylar, dokular, yaşanmışlık beni çok etkiledi. Ve o gün karar verdim; ben sadece tasarlamak değil, korumak istiyorum. Şimdi her projeye aynı heyecanla, başlıyorum. Ve iyi ki bu yolu seçmişim. Çizim yaparken kendimi çok iyi hissediyorum. Sanki bir şeyleri var ediyorum. Bir pencereyi çizerken, oradan bakacak insanı düşünüyorum. Bir odanın yerini belirlerken, orada geçecek anları hayal ediyorum. Bu beni çok heyecanlandırıyor. Bazen saatlerce uğraşıyorum, bazen her şey bir anda akıyor. Ama sonunda ortaya çıkan şey sadece bir bina değil. Bir yaşam alanı. Bir yuva. Ve bu bana huzur veriyor. Çünkü biliyorum ki yaptığım şey birilerine dokunacak. Belki fark etmeden, belki yıllar sonra. Ama bir iz bırakacak. Aslında öyle spesifik bir proje yok, çünkü tarihi eser çalıştığımız için zaten her projenin, her konağın karakteri, dili, anlattıkları, yaşanmışlıkları farklı oluyor. Her projeye başlarken aynı heyecan ile başlayıp aynı özveriyle çalışıyoruz. Kastamonu’nun evlerine baktığımda, içim ısınıyor. O eski konaklar, taş sokaklar, ahşap cumbalar. Benim tarzım da tam olarak böyle şeylere yakın: sıcak, yaşanmış, hikâyesi olan yapılar. Ben gösterişli, soğuk mimariden çok; insanın içinde yaşamak isteyeceği yapıları seviyorum. Kastamonu’da bu çok var. Her evin bir karakteri var. Her pencere, her kapı sanki bir anı taşıyor. Ve en önemlisi: samimiyet. Kastamonu’nun mimarisi çok samimi. Gösterişten uzak. Ben de öyle olmayı seviyorum. Sade ama anlamlı. Yani kısaca söylemem gerekirse; Kastamonu mimarisiyle ruhum bayağı uyuşuyor. Sanki aynı dili konuşuyoruz. Belki farklı kelimelerle ama aynı duyguyla” dedi. 

‘Kastamonu Mimarisi Gerçekten Büyüleyici Bir Miras Taşıyor’

Kastamonu mimarisi hakkında konuşan Sevgi Bayramoğlu; “Kastamonu mimarisi gerçekten büyüleyici bir miras taşıyor. Hem tarihi hem de estetik açıdan çok zengin bir şehir. Hele ki restorasyonla ilgileniyorsan, Kastamonu tam anlamıyla bir hazine gibi. Kastamonu’nun sokaklarında yürürken insan kendini başka bir zamanda hissediyor. Ahşap çok kullanılmış mesela. Ama öyle sıradan değil; ustalıkla işlenmiş, yaşlanınca bile güzelliğini koruyan türden. Kerpiç duvarlar, üçgen çatılar, çekme katlar… Hepsi hem estetik hem de iklime uygun düşünülmüş. Ve en güzeli: her evin kendine has bir karakteri var. Kastamonu’da ‘tek tip’ mimari yo Mimarlık zaten başlı başına yoğun bir meslek; bir de restorasyonla uğraşıyorsan, işler iyice detaylı ve zaman alıcı hale geliyor. Projeler, şantiye, çizimler, revizyonlar… Derken bir bakmışsın, gün bitmiş, sen hâlâ bilgisayar başındasın. Ve o sırada belki annen aramış, çocuk seni bekliyor, eşinle bir kahve içememişsin… Evet, bu dengeyi kurmak bazen gerçekten zor oluyor. Ama şunu söyleyeyim; Bu ikilemde kalan çok mimar var, özellikle kadın mimarlar. Çünkü bizden hem işte mükemmel olmamız bekleniyor hem evde her şeye yetişmemiz. Gerçekçi olalım, bu her zaman mümkün değil. Ama bazı şeyler zamanla oturuyor.  Ve en güzeli: çocukların, eşin, ailendekiler senin ne kadar emek verdiğini gördükçe, sana daha çok saygı duyuyorlar. Sadece bir mimar değil, aynı zamanda bir ilham kaynağı oluyorsun. Mimarlık gerçekten çok özel bir meslek. Hem hayal kuruyorsun, hem o hayali gerçeğe dönüştürüyorsun. Ama kolay mı? Değil. Hele kadınsan, bazen iki kat efor sarf etmen gerekebiliyor. Şantiye ilk başta göz korkutabilir. ‘Acaba beni dinlerler mi?’ diye düşünebiliyorsun. Ama bir kere planını açıp konuşmaya başladığında, herkes susup seni dinler. Çünkü sen ne yaptığını biliyorsun. O güveni hissettirdiğin anda, ortam değişiyor. Restorasyonda mesela yüz yıllık bir yapının içine giriyorsun. Duvarlar sana bir şey anlatıyor,. Sen de o hikâyeyi bozmadan, ama bugüne taşıyarak yeniden yazıyorsun. Kadınların bu alandaki dokunuşu çok kıymetli.  Ve tabii ki her şey de olduğu gibi kendine inanmak en önemlisi. Kadın olmak sizi geri çekmez, aksine farklı kılar” şeklinde konuştu.

 

Bakmadan Geçme