Kontrolün Terki, Hayatın Terkidir
Burhan Karagöz
Beş örnek vereceğim:
İlki, belki de on beş yıl önceydi. Aracımdayım. Sanırım oğlumu Kurucaşile’ye, okuluna bıraktım da dönüyoruz. Hatun da yanımda.
Yol müsait, dümdüz. Belki de kilometrelerce ötesi görülebiliyor. Trafik seyrek. Arabama diyeceğim yok. Benim de moral tavan yapmış durumda. Karayolları hız sınırları dahilinde kalmak kaydıyla bastıkça bastım gaza. Hem de uçarcasına, bence.
Bir de ne göreyim; yolun anca seçilebilen kenarlarından birinde, üstten alta doğru yolu diklemesine kesen yüzlerce hayvan geçiş yapmakta. Akşam da yeni alacalıyor. Dur sus diyene kadar, hayvanlar düş mü hayal mi, evcil mi yabani mi diyene kadar, bayağı yaklaştım:
Buzağısından boğasına, ineğinden öküzüne bitip tükenmek bilmeyen evcil hayvan sürüsü, aheste aheste karşıdan karşıya geçiş yapmakta. Ayağımı gazdan kestim, frene hafifçe dokundum, yavaşladıkça freni kökledim. İnanın ki çarpmamak için bayağı bir enerji sarf ettim. Durduğum halde bile sürünün kalan kısmı bir iki dakika geçişlerine devam etti.
Diğeri, birkaç ay önceydi. Gecenin zifiri karanlığı. Kastamonu’dan İnebolu’ya dönüyorum. Sanırım rahmetli babam Kastamonu’da hastanede ve refakatçi değiştirdik de dönüyoruz.
Camili Köyü civarındayız. Hızımız gene yukardaki aynı kategorideki gibi. Hafiften ayet, ilahi, türkü, şarkı, marş vb. mırıldanıyorum ki uykum gelmesin. Hatunla da sohbet ede ede ilerliyoruz.
Bu karayolunda yolun altı da, üstü de orman. Benzinliğe bir iki kilometre kala gene yukardan aşağıya geçiş yapan bir domuz sürüsüne rastlamayayım mı!!! Grup halinde değiller. En önden, en büyükleri geçti. Ayağımı gazdan çektim, kurtuldu. Baktım bir tane daha iniyor yolun üstünden. Hafif freni yokladım, o da aldı başını gitti. Derken üçüncüsü… Onu da kurtardım. Ondan da kurtulduk. Biliyorum ki frene aniden bassam malum sıkıntılar saniye saniye gözlerimin önünden geçti Allah (CC) muhafaza… Artık yoktur deyip tam da durmadan, gaza da basmadan kendi seyrinde beş on metre daha gidiyordum ki, bir tane de yavru geçiş yaptı. Ancak, bu, diğerleri kadar şanslı değildi. Sağ arka ayağının but kısmı ile tampon, fazla da nazik olmayacak şekilde tokuşuverdi. Sadece ‘Pat!’ diye, ancak yumuşakça bir ses… Zaten üç ayağını kurtardığı için gövdesine hiçbir zarar gelmedi. Arkasına bile bakmadan çekti gitti hayvancağız. “Tampon ne âlemde acaba?” diye durmak istedim, ancak durmadım. Bir-iki km. aşağıdaki Camili Benzinliği’ne çektim. Şükür ki değil ezilme, yamulma, kopartılmış bir pis hayvan kılı dahi yoktu.
Üçüncüsü de İnebolu İHL’de çalışırken Hulusi SARITEN adlı bir öğretmen arkadaşın başına gelmiş de o anlatmıştı:
Şehirler arası yolda, otobanda ilerlemekte. Hızının 80-90 km. civarı olduğunu söylemişti. Bir ara bakıyor ki direksiyon, elinde kayboluveriyor ansızın. Şerit değiştirecek, istediği yöne çeviriyor, olmuyor. Uğru tuttuğuna gitmekte. Direksiyonun söz dinlememesi tekerlerin, onların da kendi başlarına buyruk hareketleri arabanın, arabanın istem dışı rotası ise araçtaki herkesin sonu olmak üzere.
Aklı başına geliyor, önce dörtlüleri yakıyor, ayağını gazdan çekiyor, freni yavaş yavaş yokluyor ve arkayı ve yanları kontrol ede ede güvenlik şeridine çekiyor. Bakıyor ki tekerlerden biri yarılmış. Belki de on-on beş sene öncesi de olsa, şu sözü hala kulaklarımda:
“Hocam, hızım 90 km. değil de 130’un falan üzerinde olsaydı, tabii ki gene Allah’ım bilir de, hiç birimiz sağ salim çıkamazdık!!!”
Sondan bir önceki:
Bir hafta önceydi. Eşimi ve arkadaşını vakıftan aldım, İnebolu Adliyesi’nin önünden geçip hastane kavşağından sola dönüp misafiri evine teslim ettikten sonra evin oraya park edeceğim.
Hızım, gene normal. Önümden iki araba daha gidiyor. Ansızın en öndekinin sağa, adliye veya Fuat Sezgin tarafına döneceği tuttu. Dönecek ya, ister istemez fren lambaları yandı, yavaşladı. Baktım ki önümdeki de o yavaşlayınca frenledi, hatta yavaşlamaktan öte, durdu. En arkadaki olarak bana ne düşer can dostlarım? Sinyalimi verip sollamak!!! Onu yapacaktım. Arkamı, sol yanımı kontrol ettim, müsait. Verdim sinyali, yanından geçmeye 5-6 metre kala ne sinyal ne bir şey, o da öndekini sollamaya kalkışmasın mı!!! Gözüm istem dışı olarak kendisine ilişti ve sağ tarafa, yani öndeki arabanın bir yerlerine değdirip değdirmeden geçip geçemeyeceğine bakıyordu. Yani hem ana yolda, hem sağa bakıyor, hem sinyalsiz bir şekilde sola gidiyor!!!
İnanın ki plastik duba yanındaki mucura kaptıracağımdan korktum. Uzunca bir ‘korna selamı’ndan sonra o frene bastı ve ben de gaza bastım ki şükr olsun bunu da maddi hasarsız, ancak onlarca cevaplanmaya aç soruya gebe bırakarak, atlatmış olduk.
Ve sonuncusu. Daha geçen sabah. Taze taze.
İnebolu Köprübaşı trafiği bayağı sıkıntılı. Köprübaşı’ndan Meslek Yüksekokulu’na doğru gidiyorum. Vites 2’de. Ayağım frende. Tabii ki dur-kalk yapıyorum. Park, sağa-sola çift şerit halinde. Yetti mi; hayır. Sağa 2. Sırayı da parklaştırmış insanlar. Ne yapsınlar ki? Trafikçiler anons yapıncaya kadar da olsa, belki de gün boyu, ikinci sırayı misafir edebiliyor bu ana cadde. Yol bir ara boşaldı. Zaten 2’deyim. Ayağımı frenden çektim, gaza hafifçe yüklendim. 15-20 derken gidiyorum… Sen tut ikinci sıra parkçı şoförlerden bir tanesi, solunu kontrol etmeden kapıyı ardına kadar aç… Az kalsın kapısını kopartıyordum vatandaşın sabah sabah… Elim, istem dışı olarak kornaya gitti. Uzun uzun basmam oldum olası. Ancak, adam, baktım ki her hafta pazaryerinde yerel ürünlerinin başında gördüğüm köylü bir amca, kafayı uzattı ve “Geçsene yandan işte!!! Geçiyor araba!!!” demesin mi atarlı atarlı! Beni üzen meselenin bir kısmı, belki de yüzde kırk dokuzluk kısmı, bu bariz hatayı, benim devamlı merhaba dediğim bir abinin yapmasıydı. Ama, inanın ondan da önemlisi, kesinlikle yüzde elli birlik kısmı, “Pardon hocam ya, kusura bakma, kapıyı kontrolsüz açmamalıydım!” diyeceğine kendisini haklı çıkarması, sanki ben yandan geçemiyormuşum gibi bana laf üretmesiydi…
Örnekler şimdilik bitti dostlar…
Hayata dair çoğu şeyi trafikte öğrenmişimdir. Bu örneklerden de; asla ve asla, hiçbir zaman, kontrolü elden bırakmamamız gerçeğini başlangıcı acı da olsa sonu tatlı olacak şekilde tecrübe etmişimdir. Nasıl ki içi durgun su dolu bir leğenin içine düşen bir damla, halkalar halinde yayılır, işte trafik merkezli bu hadiseler de zihin, fikir, kalp, ruh, beden, akıl, vicdan âlemlerimde leğenin tümünü kapsayacak şekilde dağılım gösterdiler.
Verdiğim beş örnekte de kontrolün başını kaybetseydim; Allah (CC) muhafaza, eşim, çocuklarım, aile fertlerim, sevenlerim, beni, hayatımın o andan sonraki kısımlarında hapishane, hastane veya mezarlıkta ziyaret etme durumuyla karşılaşabilirlerdi.
Araç ve araçtakiler, tekerlerin döndüğü yöne döner. Tekerler de haliyle direksiyona bağlıdır ve tabii ki de direksiyonun başında da bir uzman, ehliyet sahibi, kontrolü her daim elinde tutması gereken bir şoför vardır. Bu kontrol kimi zaman elle, kimi zaman dille, onların da bağlı olduğu beyinle; duyguların merkezi kalple beslenmiş duyuların merkezi beyinle, sağlanır.
Ülkeler de böyle değil mi Allah (CC) aşkına???
Lanet olası katil İsrail yönetimi yıllardır katlediyor. Beşikteki bebeği, eli silah tutamayan kadın, çocuk ve yaşlıları katlediyor, hastaları katlediyor. Muhatabı asker gençler olduğu halde, alenen, tüm dünyanın gözüne baka baka bu zulmü işliyor. Bu lanet ülke, acaba sadece tekerlerin dönmesiyle yönünü belirleyen bir araç mı? Bunun direksiyonu yok mu? Direksiyonun da başında olan yok mu?
Tabii ki esas şoförler; dünyanın, tavşana kaç, tazıya da tut diyen anlayışındaki bahtsız, açık dost, gizli düşman liderleridir…
Gidişat pek de iyi değil. Amma ve lakin, biz, buradayız vesselammm!!!