Halime Özdemir

Aile olmaya niyetli misiniz? -2

Halime Özdemir

Geçtiğimiz hafta aile olma ve olmamaya sebep olan unsurlar üzerinde durmaya çalışmıştık. Bu hafta kaldığımız yerden yazıya devam edelim.

Aile, insana bahşedilmiş en büyük nimetlerden biridir. Ve o nimete nankörlük etmek hem huzurun bozulmasına hem de ailenin dağılmasına sebep olur. Yeni evli çiftlerin aile olma süreci bazen sancılı olabilir. Gerek iç gerek dış faktörler diye tanımladığımız şeyler (içini siz doldurun, zira kişiye göre değişir) bunda etkilidir. Çünkü kadın veya erkek var olan bir aileden yeni bir aile olmaya niyet etmişlerdir- eğer ettilerse- Bu açıdan hayatın diğer başlangıçları gibi aile olma süreci de sancılarla başlayabilir. Eğer benlik yarışına girilirse. Aile, destek üzerine inşa edilip merhamet, sevgi ve saygı üzerine devamı sağlanırsa ömürlük olur. Tabi bundan da yine kişilerin ömürlük olma niyeti varsa. O zaman aile olmaya veya olmamaya mani etkenler nelerdir sorusuna tekrardan dönecek olursak şu şekilde devam edelim.

- Aile bireylerinin yalnız kalması veya kalamaması... Aile olan gençler hatta her yaştaki kadın ve erkek, günün, haftanın, ayın ve hatta yılın belirli zamanlarında sadece ve sadece kendi başlarına zaman geçirmeleri gerekir. Ben buna eşlerin birbirlerinin değerini anlamaları için gerekli olan ortak hatıra biriktirmek diyorum. Ne kadar çok ortak hatıra olursa çiftler o kadar çok birbirine bağlanır. Her birey, evlenmeden önce her ne kadar birbirlerini tanıyor olmalarına rağmen aynı çatı altına girildiğinde her anına şahit olunması önemli bir konudur. Buna imkan sağlanılmadan yeni evli çiftin her anına adeta yarış edercesine ortak olmaya çalışmak aile olmanın önündeki en büyük problemlerden biridir. Bu sebeple yeni evli çiftlerin aile olmaları için onlara özel alanlar, mekanlar, zamanlar tahsis edilmesi ve onların özellikle yalnız bırakılması gerekir. Bu sebeple gerek kadın gerek erkeğin ailesi, bireylere özel zamanlar bırakmaları gerektiğinin farkına varması gerekir. Hatta ilerleyen yaşlardaki çiftler için de evlatlar, anne-babaları için özel zamanlar oluşturmaya dikkat etmeleri gerekir.

- Güven duygusunun kırılması... Hem kadın hem de erkeğin hem maddi hem de manevi açıdan birbirlerinin güvenlerini sarsacak şekilde davranmaları, aile olmayı engelleyen önemli bir unsurdur. İlk andan itibaren her türlü güveni sarsacak söz, fiil ve eylem aile olunmasını engeller. Bu sebeple yalanın aileye hiç ortak olmaması gerekir. İnsanı sarsan en önemli şey de güven duygusu değil midir? İnsan aslında güvenle ayakta kalmaz mı zaten? 

- Öncelik... Her birey evlendiğinde, eşinin yanında bir önceliğe sahip olmak ister. Evlilik, kıymetli olmayı ve kıymet görmeyi gerektirir. Gerek kadın ve gerek erkek, evlendiklerinde önceliklerini birbirlerine tahsis edemediklerinde aile müessesesi tesis edilemez. Hiç şüphesiz bizler geniş aileden gelmiş ve hala etkileri ve izleri devam eden bir toplumuz. Bundan dolayı bu “öncelik” bahsi pek de gerçekleşmeyebiliyor. Sadece ve sadece olması gerektiği zamanda ve zeminde eşine öncelik vermeyen kadın veya erkek, aile olmayı sorgulama durumuna düşebilir.

- Saygınlık... Dünyadaki her birey, “insan” olması sebebiyle saygınlığa hak sahibidir. Evlilikler, kadın ve erkeğin sevgisiyle başlar ve saygısıyla devam ederse o evlilik kurumu özel ve güzel olur. Kadın ve erkeğin her ortamda ama özellikle kendi ailelerinin yanında eşlerine gerekli saygıyı gösteren söz ve davranışlarda bulunmaları gerekir. Özellikle kadınlar “gelin” sıfatına sahip oldukları için yeni aileye geldiklerinde eğer erkek, eşine gereken saygıyı göstermez, o saygıya zarar verecek söz ve fillere maruz bırakır ve bıraktırırsa aile teşekkül etmez. Bu sebeple hem kendisinden hem de kendi ailesinden saygınlığı koruma konusunda azami dikkat etmesi gerekir. Aksi takdirde gelin sıfatına sahip olan kadın, kendi saygınlığını koruyamadığı ortamlardan uzak durma meylinde bulunur. Bu ise ister istemez ailenin içerisinde soğukluk meydana getirir ve kırgınlık ve kızgınlığa sebep olur.

- Sorumluluk veya sorumsuzluk... Her çocuk dünyada yaşamaya donanımlı olarak çeşitli zenginliklerle gelir.- istisnai durumlar hariç- Anne babalara düşen görev de ellerindeki bu hamura güzel bir şekil vermektir. Başka bir ifade ile anne-babalar, çocuğu her yaşın sorumluluklarıyla donanımlı hale getirerek ona sorumluluk vermeleri gerekir. Hem kadın hem de erkek evleninceye kadar eğer bir sorumluluk almadılarsa evlilikleri ilk andan itibaren çatırdamaya başlar. Şu bir gerçektir ki evlilik, bir sorumluluk işidir. Kadın veya erkek, birbirlerinin kölesi ve hizmetçisi değil birbirlerinin destekçileridir. Herkesin kendi sorumluluğunu bilmesi ve yapması gerekir. Yapılmadığında hayatın yükü bireylerden sadece birinin üzerinde kaldığında aile olunmaz ve evlilik, paylaşmaktan ziyade yorgunluğa dönüşür.

- Konuşma ve dinleyebilme... Türk toplumunda dinlemek pek fazla olmayan bir özelliktir. Genellikle konuşmaya endeksli fakat dinlemeden uzak bir toplum olduğumuzu düşünüyorum. Erkek her halükarda dışarıda üç beş kişiyle dahi olsa günün konuşma hakkını kullanmaktadır. Eve geldiklerinde eşler, kocalarıyla konuşmak ve dertleşmek ister. Eğer erkek, hanımının konuşmasını sadece ve sadece “dırdırcı” şeklinde bir sıfatla tanımlamaya meylederse kadınlar içe kapanmakta ve eşiyle hiçbir şeyini paylaşamamaya başlamaktadır. Zira bu durumda kadın, kendisinin değer görmediğini düşünmektedir. Bu sebeple hem konuşma hem dinleme aile olmadaki en önemli faktördür.

- Her odanın hakkını verebilme... Ev, insanın en özel ve güzel zaman dilimlerinin yaşandığı mekandır. Bu sebeple evdeki her odanın hakkını verebilmek gerekir. Oturma odasında eşler birlikte oturmaları, misafir odasında beraber misafir ağırlayabilmeleri, balkonda kahve içebilmeleri, yatak odasında beraber vakit geçirmeleri gerekir. Kısaca evdeki her odanın hakkını verebilmek, aile olmayı bir olmayı sağlarken odalara hakkını verememek ise eşleri birbirinden uzaklaştırır. Eşlerin günün saatlerine göre evlerine karşı yerine getirmeleri gereken hakları ve sorumlulukları olduğunu bilerek son nefeslerine kadar bu görevi yerine getirmek için çaba sarf etmeleri gerekir.

- İstişare... Eskiden kadın için “saçı uzun aklı kısa” diye hoş olmayan bir tabir kullanılırdı. Bu sebeple erkekler bilen gören kişi olarak kendileri karar verirler ve kadınlardan da itaat etmeleri istenilirdi. Yani aile olmanın yolu, itaati esas alan bir anlayış üzerine kurulu idi. Oysa bu durum, aile olmayı engelleyip eşleri efendi ve köle sıfatına hapsetmekteydi. Halbuki eşler, karşılıklı olarak konuşup istişare yaptıklarında aile olunur ve daha az yanlış yapılmış olur. Erkeğin veya kadının tek başına karar alıp diğerinin ona itaat etmesi bireyde değersizlik ve işe yaramama duygusuna sebep olur. Bu durumda kalan kadın veya erkek, kendisini o ailenin bir ferdi olarak görmez.

- Ben’den biz’e geçebilmek... İnsanlar evleninceye dek ben üzerine yoğunlaşırken aile olmak isteyen bireyler “biz” diyebilmeyi becerirlerse aile olabilirler. Benim evim, benim param, benim canımın istediği vb. söylemler, kadın veya erkeği birbirinden uzaklaştıran çok önemli bir silahtır. Şunu unutmamalıyız ki, biz olmadan aile olunmaz. Zaten aile demek biz demektir. Sen-ben yarışına girilmesi, aile olmamak için emek vermekten başka bir şey değildir.

- Kadını ve erkeği bilmek... Kadının da erkeğin de sahip olduğu kendilerine mahsus fıtratları vardır. Buna neden nasıl diye soru sormak doğru bir davranış değildir. Çünkü bu, yaratılışla gelen bir özelliktir. Aile olmak isteyen her bireyin daha evlilik gerçekleşmeden karşı cinsin özelliklerini bilmesi ve ona göre hareket etmesi gerekir. Evlenilen kişi, ne anne, ne baba, ne evlat, ne de kardeştir. Dolayısıyla eş olmak, o güne kadar tatmadığın bir duyguyu öğrenmek için emek vermeyi gerektirir. Bu sebeple erkek fıtratı ve kadın fıtratı bilinerek evlilik gerçekleştiğinde kırılmalar, darılmalar ve kavgalar, azalacak ve aile olunma sağlanacaktır. Herkes fıtratının gereğini yaşadığı için sorun da olmayacaktır. Kadın erkek kimliğine, erkek de kadın kimliğine sahip olursa o zaman evde farkında olunmadan kavgalar çıkacak daha da önemlisi fıtratın gereği sağlanmadığı için psikolojik yıpranmalar meydana gelecektir. Bunu ben yapamam edemem şeklinde değil aksine bu bizim için gerekli olan bir şey deyip erkek kadının vazifeleri ve sorumluluklarına müdahil olmayacak kadın da erkeğin sorumluluklarına müdahil olmayacaktır. İşte o zaman aile olunmuş olur.

Sonuç olarak, aile olmak kadın ve erkeğin vereceği emekle gerçekleşir. Aile olmak, tek taraflı bir eylem değildir. Belki de şu hayatta en fazla emek verilmesi gereken bir müessese ve süreçtir. Emek verilmeden yaşanılırsa mutluluk da huzur da sevgi de ailenin dışında aranmaya başlanır ki o zaman sadece birey değil toplum da dağılır. Bu sebeple aile olmayı bilmek ve yaşamak elzemdir. O zaman niyeti aile olmanın yolundan herkesin niyetine ulaşması temennisiyle…

Yazarın Diğer Yazıları