
Allah'ı Mı Razı Edelim Kullarını Mı?
Halime Özdemir
Adına dünya denilen yerde insanın eylemleri iki amaç uğruna gerçekleşir. İnsanın büyük bir çoğunluğu, Allah’ın kullarını razı ve hoşnut etmek üzere yaşarken vicdanları ölmeyenler ise Allah’ı razı etme gayesiyle eylem ve söylemde bulunurlar. Birincisiyle kişi kendisini Allah’ın cennetinden ve rızasından uzaklaştırırken ikincisiyle de kendisine cehennemin kapılarını açar. Biriyle Allah’a yaklaşılırken diğeriyle şeytana yoldaş olunur. Her ikisinin de ortak noktası; insanın tercihi ve iradesiyle gerçekleşiyor olması ve hayatının merkezine yani kalbine kimi yerleştirdiğidir. Başka bir ifade ile yapılan işle kimi memnun etme gayesi güdüldüğüdür. Her ikisinde de fail, insanın bizatihi kendisidir. Bu sebeple de sonuçlarına “kendim ettim kendim buldum” diyeceği günleri de düşünerek hareket etmek zorunda olduğu gerçeğini de unutmamalıdır. Zaten bu konudaki bilgi, yüce kitapta şöyle yer alır: “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.” (Şûrâ 42/30) Yapılan pek çok işi ve davranışı bağışlayan Rabbim, acaba Adem’in oğullarının hangi davranışını ahirette karşısına çıkartıp ceza ile ödüllendirecek? Acaba hiç düşündü mü Adem’in çocukları? Kızları ve oğulları… Veya düşünmeden öte hangi işinde buna göre karar kılıyor? Tam da burada Allah’ın kullarına karşı işledikleri işler mi affedilmeyenler arasında yerini alacak diye sormak lazım belki de? Kim bilir? Sahi, kulların Allah’ın halifesi olan insanoğluna değer vermemesinden kaynaklı meydana gelen işlerinden razı mı olacak Allah? Yoksa insan olma sıfatı sebebiyle onu da mı unuttu?
Burada şunu ifade etmeliyiz ki, kul bir işi yaparken, bir eylemde ve söylemde bulunurken bundan Allah razı olur mu sorusunu kendisine sormak zorunda olduğunu hatırdan çıkarmamalıdır. Her gün yaptığı her işte ve söylediği her sözde “Bugün Allah için ne yaptım?” sorusu doğrultusunda kendisini hesaba çekmesi gerekir. Bu soruyu nasıl anladığımız da önemlidir esasında. Çünkü –kanaatimce- Allah için ne yaptım söyleminin temeli; “bu yaptığımla Allah benden razı olacak mı?” diye kişinin kendisini özeleştirmesi mantığı var olmalıdır. Kişinin kendisini hesaba çekmesinin temelinde de bu yatar. Eylem ve söylemdeki vurdumduymazlık veya anı kurtarma teşebbüsü, insanı Rabbinden uzaklaştırmakta iken kullar kendilerini Allah’tan uzaklaştırdıklarını düşünüyorlar mı o da ayrı bir muamma.
İman… İşte tam da burada kulun imanı devreye giriyor. Gerek Allah’a karşı iman gerek ahirete karşı iman, kulun yaptığı işlerin odak noktasını meydana getiriyor. Zira mümin kul, yaptığı her işin merkezine Allah’ın rızasını almadıktan sonra hayatını ne için ve ne ile tükettiğinin bir anlamı da kalmıyor aslında. Bu takdirde kul, hayatında yer alanların, ona prangalar vurmak suretiyle onu etkisiz eleman haline dönüştürdüğünü fark etmeden ölümle buluşma vaktine eriyor.
İnsan başta ailesini, annesini, kardeşini, arkadaşını, çocuğunu ve sonrasında genişleyen çerçevede diğerlerini memnun ve hoşnut etmek için çabalarken yaptıkları veya yapmadıklarıyla Allah’ın gazaplanmasına sebep olmaktadır. Ahirette fersah fersah kaçacağı herkes için dünyasını da ahiretini yok etmektedir. Çünkü kişinin hayatında rıza-i ilahi, insanların arkasında kalmış hatta kaybolmuştur. Bunu keşke akledebilse…
Ahirette iman… Bunun alameti dünyayı ahirete göre yaşamakla mümkündür. Özellikle insan ilişkileri bu imanın en temel yansımasıdır. Çünkü onun hesabını vermedikçe insan, yani kendisine sorgu ve sual olarak yaptığı her şeyi kendisi okuyup hesabını vermedikçe bir adım dahi ileriye gidemeyecektir. Daha da ötesi orada kul yaptıkları sebebiyle pişman olacak ve gerçekleşmeyecek bir taleple Rabbinin huzurunda istekte bulunacaklardır: “O günahkârları rablerinin huzurunda başlarını önlerine eğmiş halde şöyle derlerken bir görsen: “Rabbimiz! Gördük ve işittik; bizi geri gönder de rızâna uygun işler yapalım, artık kesin olarak inandık!” (Secde 32/12) İnsanın Kur’an’ı bırakıp da kendilerinin keyfince iş yaptıklarının yanlış olduklarını anlayacakları gün, dönüşü bir daha asla olmayan gün olacaktır. O gün, insan “kesin olarak inandık” diyecek ama Rab, o gün artık insana bir daha fırsat vermeyecektir. Hiç şüphesiz cehennem Allah’ın kullarından Rabbin rızası dairesi dışına çıkanlarla dolup taşacaktır. Ve; “(Onlara denecek ki:) “Bu gününüzle karşılaşmayı unutmanız sebebiyle cezayı tadın bakalım! İşte şimdi biz de sizi unuttuk; haydi yaptıklarınızın bedeli olarak ebedî azabı tadın şimdi!” (Secde 32/14) Bunun sebebi, Adem’in oğullarının üç günlük dünya keyfine göre yaşayıp ahireti unutarak öğünlerini ve gecelerini harcamasıdır.
Ahiret… O, herkesin ve her şeyin “gördük ve işittik” diye ikrar edecekleri ve pişman olacakları ahiret, günden güne bize yaklaşmakta… Zaten de yaklaşmıştı ta asr-ı saadetten bu tarafa. Ama insan ahiretten uzaklaştığı için bütün bu kaybedişleri de ondan kaynaklanıyor. Yaklaşmakta olandan uzaklaştığımı dünya bizi girdabında sürüklemeye devam ediyor.
Keşke…. Diyelim istemesek de… Keşke, Allah’ın rızasına uygun işler yapılsa… Keşke, doğru dürüst olunsa, yalan dolandan kaçınılsa, hak hukuk çerçevesinde ömür tüketilse, halden hale kalpten kalbe yol gidilse… Keşke… Ama genelde insanlar özelde Müslümanlar bu özellikleri unutalı hayli zaman oldu sanki. Her gün dünyadan nefesler kesildiği halde kullar, kul olduklarını unutarak ölümsüz gibi yaşamaya devam ediyorlar fani olan dünyayı.
“Allah’ın rızasını gözetip ona göre davranan kişi, hiç üzerine Allah’ın gazabını çekip de nihâî barınağı cehennem olan kimse gibi olur mu? Cehennem, ne kötü bir varış yeridir!” (Âl-i İmrân 3/162) İnsan dedik ya… En temel vasfı, cennetini de cehennemini de bu dünyadan götürüyor olması. Kimin rızası için ömür tükettiğimiz de biz insanın en bildik mevzusu her ne kadar bilmiyormuş gibi davransak da. Sahi, siz kimin rızası için yaşıyorsunuz bu hayatı? Bu nefes, kimin için alınıp veriliyor