İnsan Tartışmaya Pek Meyillidir
Halime Özdemir
Bugün insanı tanıyalım. Kimdir bu insan? Nasıldır, karakteri nedir/ne değildir? Oldukça karmaşık bir varlık olan insanı bir köşe yazısında tanıyamayacağımızı/tanıtamayacağımızı ben de biliyorum. Bu sebeple biz bugün insanın sadece bir özelliği üzerinden onu tanımaya çabalayacağız. Bu konuda yolumuzu aydınlatan ayet de şu olacak: “Hakikaten biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali vermişizdir. Fakat insan tartışmaya çok düşkün olan bir varlıktır.” (Kehf 18/54)
İnsan bildiğine de bilmediğine de karşı olarak mücadele eden bir varlıktır. Özellikle de bilmediği konuda inatla buna devam ederken kendisinin ne olduğunu da ne olmadığını da fark edemeyecek kadar da acizdir... Öncelikle insan, hem kabahatli hem kusurlu hem de eksik bir varlıktır ne olursa ve kim olursa olsun. Bu gerçeği, insanın önce kendisi sonra diğerleri kabul etmek zorundadır hayatı anlamak ve anlamlandırmak için. Yani insan, mükemmel değildir son yılların moda tabiriyle muhteşem falan da hiç değildir. Bu sebeple olgun insan, hatayı da kusuru da eksiği de görebilen, yeri ve zamanı geldiğinde “ben haksızım, ben yanlışım, ben kusurluyum” diyerek kabullenmeyi bilendir ama bu pek de mümkün olmadığı için her konuda ama her konuda tartışmak için bahaneler üretmeye pek de meyillidir. Bu yazıda ben insanın günlük hayatındaki diğer insanlarla olan mücadelesine değil kendisini insan olarak gönderen yaratıcısına karşı olan mücadeleci ruhuna dikkat çekmeye gayret göstereceğim.
İnsan, Yaradan’ına karşı aşırı şekilde hesap sorma teşebbüsünde bulunur. İnananı da inanmayanı da… Genci de yaşlısı da… Kadını da erkeği de… Neden bunu yapar diye zihnimi yorduğumda bunu kibirli oluşuna bağlıyorum. İnsanın kendini büyük görmesi, Yaradan’ını unutup kendini adeta -haşa- ilahlaştırmaya kalkışarak Allah’a laf söylemeye kadar götürüyor. Hemen burada Allah ile ilk tartışmanın da kibirden kaynaklı olduğu aklıma geliverdi. Hatırlarsak, “İblis, “Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” dedi. (Sad 38/76) diyerek Allah’a karşı mücadeleyi başlatmıştı. Şeytan, kendisinin bir yaratıcısı olduğunu bilmesine ve açık açık “yarattın” diye ifade etmesine rağmen Allah ile tartışmaya varacak kadar da haddini bilmiyordu. İnsan da bu noktada bir anlamda şeytanla aynı yolda gittiğini fark edemiyor.
Tekrar dönelim insana... Evet, insan Rabbi, O’nun kitabı, peygamberi hakkında da tartışmaya pek meyilli. Ah insan! “İnsanlardan öylesi vardır ki; Allah hakkında bilgisizce tartışır ve her inatçı şeytana uyar.” (Hac 22/3) Bu ayeti görmezden gelemeyiz. Ayete “ben inanmıyorum” demek de bir tercih ama insansak da inanmasak da kabul etsek de etmesek de şeytana uyan insanın genel tavrı bu. Maalesef... İnsan neden Rabbine değil de şeytana uymayı seçer acaba? Bunun alt yapısında ne var? Onun mücadeleci kimliği bunu ona mı itiyor? İnsan keşke kendisini bir tanısa...
Bu konuyla alakalı en açık ve net ayetlerden biri şu. Sadece okuyalım ve derin derin düşünelim. İnsanın kendisini bulma sürecinde insan karakterini bilmesi belki bu huyundan vazgeçmesinde rol oynayabilir. “Ellerinde hiçbir kesin delil olmadan Allah’ın ayetlerini tartışmaya kalkışanlara gelince, onların içlerindeki, hedefine asla ulaştıramayacakları bir büyüklenme duygusundan başka bir şey değildir. Öyleyse sen Allah’a sığın; kuşkusuz her şeyi işiten, gören yalnız O’dur.” (Mü’min 40/56) Bu ayet, böyle bir yaklaşımda gereken usul ve esası da belirliyor.
Şu bir gerçek ki, Allah’ın ayetleri üzerine tartışanlar, her devirde ve dönemde olmuştur, olacaktır da. Bu da bir tercih nihayetinde. Ama bu tercih karşısında Allah’ın ayetlerine inananlar ne yapmalı? İnsanın kendi boyundan büyük tartışmalara girdiği zamanlar da az değil hani. Allah’ın dinini avunmak adına kendi imanıyla oynayanlar da hiç şüphesiz mevcut. Bu konudaki adabı bilmek ve uymak da inananlar için bilinmesi gereken bir usuldür. Kur’an-ı Kerim’de her konuyu teferruatlı bir şekilde açıklayan Allah, bu konuda da kuralları bildirmiştir. Mesela, “Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar kendilerinden uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma!” (En’âm 6/68) Bir kural bu. Ayetleri ispata veya doğruluğunu anlatmaya gerek görmeden o ortamdan uzaklaşılması gerçeği. Kaç kişi bunu yapabiliyor? Kaç kişi açıklayamayacağı halde kendisine zulmediyor? Neden aynı ortamda oturulmaması gerekir? Dikkat çeken bir mevzu. Şu ayet, gerekçesini bildiriyor. “... Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz” ...” (Nisâ 4/140) Bu konudaki hüküm (karar) belli iken Müslüman olan hangi birey bu ayete muhalefet edebilir? Belki de bu takdirde insanın kendi kendisine kötülük yapılmasının önüne set çekilmiş olur. Çünkü her bir tartışma, beraberinde başka tartışmaları, başka ayetlere muhalefeti de beraberinde getirerek insan ilişkilerini de katletmiş olacaktır.
Allah hakkında tartışmak, her çağda var olan bir durum demiştik. İnsan, fıtratında var olan inanma duygusundan vazgeçtiğinde ve onu ötelediğinde kendisini yoktan var edene karşı adeta savaş ilan ederek hayat sürmeye başlıyor. Huzursuzluklar dünyasında kalbini de huzursuz ederek hayat sürünce tam bu esnada Allah’a ve O’nun ayetlerine başkaldırı başlamış oluyor. Peki bu durumda iken neler vuku bulur? “Onlar, kendilerine ulaşmış kesin bir kanıt olmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışmaya girişirler. Bu tutum, gerek Allah yanında gerekse inananlar yanında büyük bir nefrete sebep olur. Allah, kendini beğenmiş her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.” (Mümin 40/35-36) Ah insan! Neden kendine böyle bir zulüm yapıyorsun? Kabul etmelisin ki acizsin ey insan!
İman, Allah hakkında tartışmanın önüne geçecek en büyük servettir. Ve kabul edilsin ya da edilmesin iman eksik olduğunda insan haddini aşıp Allah’a bile kafa tutmayı maharet zannedebilir. Oysa ölümlüdür… Fâni olanın baki olanı sorguladığı, hatta hatta bir adım daha ileriye giderek mücadele etmesi ne derece doğrudur? Ah insan! Keşke akledebilse…