Rehberiniz Gibi Siz De Hayırlı Mısınız?
Halime Özdemir
Hayat denilen serüvende kendi kendimize yol aldığımızı zannederek hayatı yaşamak da bir tercih rehber gözetiminde yola devam etmek de bir tercih. Ve herkes, tercih ettiği hayatın sonuçlarını hem bu dünyada hem de diğer dünyada bizatihi kendisi yaşayacak. Bu anlamda dünyanın sahibi de dünyayı başıboş bırakmamış ve ilk insanla başlayan dünya serüveninde insana yol gösterici rehberler göndermiştir. Bu rehberlerden biri de hatemü’l enbiya “alemlere rahmet” olarak gönderilen Hazreti Muhammed (SAV)’dir. Hiç şüphesiz “... Rehberliğin en güzeli Muhammed’in rehberliğidir.” (İbn Hanbel, III, 320) düsturuna dikkat ederek hayat yolculuğuna devam eden kişi, dünya imtihanını da güzel bir şekilde nihayete erdirecektir.
1500 yıl önce dünya onun nuruyla aydınlanmaya başlamış ve halen o nurla hayatlarımız şekil almaktadır- aldırmak isteyen için- Bu konu, ayette şöyle yer alır: “… Allah’ın elçisinde güzel örnekler vardır…” (Ahzâb 33/21) Yüce Allah, kimlerin örnek alacağını da ayrıntısı ile bildirmiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in örnekliği, herkesi içine almayacak bir şekli de olan bir rehberlik ve örnekliktir. İnsanın kendisi, onun örnekliğini almak ile almamak arasında bir yaşam tercih eder. Bu örneklik ne zaman için geçerlidir? Bu soru modern insanda şu şekilde cevap buluyor: Kandil günleri ve geceleri, kutsal mekânlarda vb… Oysa örneklik, hayatın her alanında, günün her anında ve kısaca nefes alınan her bir zamanda ve mekânda olmalıdır. Aksi halde başıboş bir şekilde dünyanın oyaladığı eğlence ve oyunlarla hayatlar ve ömürler tükenir gider. Ve sonuçta alınan ve verilen nefesler, anlamsızlaşarak dünya dönmeye insan ölmeye devam eder.
Ailede, işte, okulda, ticarette, ekonomide, özelde, tüzelde kısaca her bir yerde ve her bir zamanda Allah, rasulü ile hayatımızı yaşamamızı emreder mümin kullarına. İşte Allah’ın rasulünün örnekliği noktasında dikkat edilmesi gereken mevzulardan biri de toplumun en küçük yapı taşı olan aile ile ilgili meselelerdir. Çünkü onun aile hayatı, Müslümanlar için rehber niteliğine bürünmedikçe hayatlar da şekilden şekle ve dejenerasyona uğramaya mahkûmdur. Bu gidişattan dolayı toplumlar, son on yıllarda en çok aile mevzusunu gündemlerinin merkezine aldılar. Çünkü yerli yerinde olmayan hayatlar, ailede başlayıp diğer alanlarda da etkisini gösterdiği için toplum değişim ve dönüşüme bazen isteyerek bazen de istemeyerek geçti. Hal böyle olunca huzursuzluklar ve kargaşalar da gün yüzüne çıktı.
Dünya kurulduğu andan itibaren var olan iki cinsiyet vardır. “Ve O, iki eşi erkeği ve kadını yarattı.” (Necm 53/45) buyuran Allah bu gerçeği bizlere ayetle bildirmiştir. Bu iki varlık, hem ailenin hem de toplumun temelini oluşturur. Farklı karakterde ve yaratılışta olan bu iki varlık, ailenin temelini meydana getirir. Bu sebeple bu iki kişinin birbirlerine karşı hem görevleri hem sorumlulukları ve daha da önemlisi birbirlerine karşı hakları vardır. Belki de dünyadaki en büyük kul hakkı, bu iki kişi arasında cereyan etmektedir. Keşke düşünülse...
Aile ve eşler arasındaki bu durum, o kadar ehemmiyetli olduğu için Allah’ın Rasulü, “Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım.” (Tirmizî, Menâkıb, 63) buyurmak suretiyle Müslümanların bu konuda nasıl bir davranışta, nasıl bir sözde nasıl bir uygulamada bulunmaları gerektiğini dikkatleri çekecek ölçüde ifade etmiştir. Keşke dinlenilse...
Bu iki kişiyi bir araya getiren meşru yol, evliliktir. Evlilik birliğini gerçekleştiren eylem ise nikâhtır. Nikâh, Allah’ın elçisinin sünnetidir. Ve o kadar önemli bir konudur ki Allah’ın elçisi bununla ilgili olarak “... Kim benim sünnetime uygun davranmazsa benden değildir...” (İbn Mâce, Nikâh, 1) buyurmak suretiyle evlilik birliği içerisinde uygun görülmeyecek davranışlarda ve sözlerde bulunanları ümmetliğe kabul etmeyerek konunun önemine dikkat çekmişlerdir. Acaba kaç kişi ailesine karşı tavır ve davranışlarında, söz ve eylemlerinde “acaba ben bu davranışımla Peygambere ümmet olabiliyor muyum olamıyor muyum” diyerek eylemlerini ve söylemlerini sorguluyor? Bilmiyorum… Hiç düşünülmeden yapılan eylemlerin hesabını vereceğimiz de düşünmek lazım azizim.
Aile, rasulün dilinde ve uygulamasında korunması gereken bir müessesedir. Müslümanlar, bu konuda acaba koruma duygusu ve düşüncesiyle davranıyorlar mı? Yoksa adeta saldım çayıra Mevla’m kayıra misali herkes herkesi kendi haline mi bıraktı? Modern dünya insanı, bana ne ile sana ne arasında “ben merkezinde” gidip gelirken ailemizden sorumlu olduğumuzu fark etmediğimiz ve bireysel davrandığımız her anın hesabını nasıl vereceğiz Allah’a ve O’nun elçisine? Çünkü ailesini koruma noktasında ölen kimseye şehitlik vardır diyen bir peygamberin ümmeti, eşlerini, çocuklarını kem gözden korumaya devam mı ediyor yoksa herkes kendi hayatını mı yaşıyor? Ümmet, bu sorumluluğu terk edeli beri herkes kendine bir hayat nizamı mı tuttu? Sorular ve sorgular ve bilinmezlerle dolu bir hayatın içerisinde aile için günün kaç dakikasını ayırıyoruz? Düşünmek lazım azizim…
Sonuç olarak hayatın her anında Allah’a ve Rasulüne itaatin emredildiği bir dinin müntesipleriyiz. İşte Müslümanların rehberi olan iki cihan güneşi Hz. Muhammed Müslümanlara kitap ve sünneti miras bırakarak dünyadan ayrılmıştır. Kaç Müslüman bu mirasa başta aile olmak üzere hayatın her bir alanında sahip çıkarak yani yaşayarak ömür tüketiyor bunu kendisine sorması gerekir. İnsan iki sınırda hayatını sürüyor. Ya itaat edip Müslüman olmak için teslim oluyor ya da isyan ederek kendi sonunu hazırlıyor: her neyi neden ve nasıl yaparsa yapsın akıbetini de bilmesi gerekir. İşte bu konudaki en temel düstur da şu ayette bildirilmiştir: “Kim Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisâ 4/14)
Mevlid-i Nebi haftasını idrak ettiğimiz bu haftada kendimize soracağımız soru şu olsun:
Hz. Muhammed’in rehberliğini dikkate alarak bir aile hayatı yaşıyor muyuz? Ve cevabında kendimizi hayırlılar mı hayırsızlar mı grubuna dahil edeceğiz? Vesselam…