Halime Özdemir

Sözü söylemek mi yoksa sözün nasıl söylendiğini bilmek mi kıymetli?

Halime Özdemir

İnsanı tanımlayan, ağzından çıkan her bir kelimedir. O yaptıklarını, hayallerini, kısaca kendisini methededursun onun söylemleri kendisini ele verir aklını kullanan için. Bir insanı diğer bir insana sevdiren de nefret ettiren de kendisinden uzaklaştıran da ona umut aşılayan da onu yalnızlaştıran da ağzından çıkan her bir kelime dizisidir. Hele hele bu kelimeleri fütursuzca düşünmeden ölçmeden tartmadan kullanıyorsa nice gönüller kırılıp nice gönüller uzaklaşır kendisinden.

Halbuki çok da zor değildir kişinin ağzına sahip olabilmesi. Öncelikle bunun yolu çok basit: Söylenilen her bir sözün sahibine sorumluluk ve yük olduğunu bilebilmek. Herkes zannediyor ki ağızdan çıkar ve bir daha onun hesabı kitabı ona dönmez. Halbuki öyle mi olacak acaba? Kişi söylediği veya söylemediği her bir sözün hesabını yüce Allah’a verecek. Yalan yanlış, hak olmayan ve ağızdan çıkan her bir kelam, Rabbin huzurunda sana sorulacak ey insan! Dünyada bulduğu kendisini ve başkalarını kandırma yolu pek de güzel! “Benim kötü bir niyetim yok.” Kişiyi üzen zaten niyet değildir ki, duyduğu sözdür. Senin niyetinden kime ne? Bu bahane, acaba ahirette de geçerli olacak mı ey insan!

Gelelim Müslümana… Öncelikle Müslüman, bütün azalarının hakkı veren ve onun kontrolünü sağlayan kimsedir. Çünkü Müslüman -tabiri caizse- ayarsız olamaz. Kişinin eli, dili ve bütün azaları konusunda ayarı yoksa eğer o zaman Müslüman kimliğini kontrol etmesi elzemdir. Neden mi? Hz. Peygamber (sav)’e cevabını vermiş: Bir gün Allah Resul’üne soruyorlar: “Ey Allah’ın Resulü! Hangi Müslüman daha faziletlidir?” Hz. Peygamber şöyle cevap veriyor: “Dilinden ve elinden (gelecek kötülükler karşısında) Müslümanların güven içinde oldukları kimse!” Şimdi bakıyorum Müslüman kimliğine sahip olan insanoğluna. Herkes her şeyi söylemek hakkına sahip, herkes herkesin can damarına adeta saldırır gibi gönül kırma yarışında. O zaman Müslüman kimliği hangi şartlarda korunuyor veya korunuyor mu? Bilemedim…

O halde bir diğer mevzu? Herkes kendinden sorumlu olduğuna göre herkesin söylediği söz de kendisine rücu edeceğine göre bir başkasının ağzından çıkan sözlerin sorumluluğu veya yükü bir başkasına verilemeyeceğine göre insanlar sevdiklerinin sözlerini neden duymak veya görmek istemez? Acaba burada adalet ve hakkaniyet yoksunluğu gibi bir tabir katsam literatüre doğru olur mu? Biz adaleti tarla arsa paylaşımında, miras bölüşümünde, elle tutulur gözle görülür şeylerin paylaşımında aradık hep. Halbuki asıl adalet, hayatın içinde insanların birbirilerine karşı görev ve sorumluluklarındadır. Büyüklere saygı bayrağı altına sığınılmış -sözüm ona yaşça büyük olanların her sözü söyleme hakkının verildiği- hayat nizamında küçüklerin ise her söze tamam deyip ses çıkarmadığı ama içten içe gönüllerinin kırıldığı kulaklarının duymak zorunda bırakıldığı her bir cümlede adalet ve hakkaniyet aranmayacak mıydı? Bu kuralı insanlığa hangi din hangi kitap vermişti? Yoksa kişilerin menfaati miydi bu kuralı asırlardır yaşatan? Azizim! İslam, hayatımızın her anına şahitlik etmedikçe, her anında var olmadıkça Müslümanlık da eksik kalacaktır hayatlarda. İnsanların uydurduğu çıkar ilişkisine dayanan kuralların İslam ile alakası yoktur. 

Bir örnek daha verelim Peygamber’in hayatından. Ukbe b. Âmir el-Cühenî Allah Resul’ünün günlerinde yaşamış ve güzel söz söylemesiyle maruf olmuş bir âlim. Bir gün Allah Resul’üne gelip; “Ey Allah’ın Resulü! Kurtuluşun yolu nedir?” diye soruyor. Bu soruya verilen cevap şu şekilde başlıyor: “Diline sahip ol…” Bu cümle, dikkat ettiyseniz güzel söylemleriyle bilinen bir kişiye deniliyor. Ey Müslümanlar! O zaman dilimize sahip olmak zorunda olduğumuzu ve dilimizin ayarı olduğunu bilmeden yaşamaya neden devam ediyoruz?

Kurtuluşu söylediysek tersini de söylemek zorundayız. “İyi” olmak gibi bir derdi olmalı insanın. Ama her koşulda ve herkes için iyi. Kendi çocukları için, kendi ailesi için, kendi menfaati için herkes iyidir. Asıl problem, kendisinin olmayan için de iyi olmayı başarabilmek. Kendin ve sevdiklerin için iyi güzel söyleyip hep iyi güzel duymak isteyen insanın başkaları için de iyi ve güzel söylemeyi bilmesi gerekir. Güzel ve iyinin kriterinin ne olduğunu da söylememe gerek yok sanırım. Müslümanın konuşması belirli bir düzeyde ve üslupta olmalı. Aksi halde ne olur? Bu konuda son Peygamber (sav) ne demiş onun dilinden öğrenelim: “En kötü olanlarınızı size haber vereyim mi? Onlar gevezelik edip ne söylediğine dikkat etmeden konuşanlardır.”  En kötü!!! Sıfata bakar mısınız? Halbuki insanı insandan uzaklaştıran, ne söylediğine dikkat etmeyen lafı geldiği gibi konuşanlar değil mi şu hayatta? Kötü insanlar!!!

Toplumumuzda var olan bir özelliğe daha dikkat çekmem gerektiği duygusu ve düşüncesine sahibim. Çünkü bütün üzücü ve kırıcı söylemlerin temelinde bu özelliğin var olduğunu düşünüyorum. Dinlememek… Kimse kimseyi dinleme eğiliminde olmuyor ve aksine sadece ve sadece konuşmanın seyrine kapılıp yol alıyor insanlar… İnsan neden dinlemek istemez? Acaba dinlerse doğruyu-yanlışı, haklıyı-haksızı öğrenmekten mi korkuyor? Yoksa insan hiç dinlenilmediği için o duyguyu bilmiyor mu? Dinleme yoksunu muyuz ki? Belki de çocukken hiçbir duygu ve düşüncesi dinlenilmediğinden olsa gerek büyüdüğünde insana dinleme zor geliyor? İnsan, bilmediği ve görmediği bir şeyi yapamaz ki zaten. Ama bildiğim bir şey var ki; insan ne kendini anlatacak şekilde dinleniliyor ne de sözün büyüsü olacak şekilde dinliyor. Belki de Müslümanlara ilk yapılacak vaazlar arasında ilk sırada yer alması gereken bir ayeti de öğrenelim bugün. Dinleme ve akabinde uygulama esaslı. Uygulama olmadan dinlemenin anlamı olmaması daha nasıl güzel anlatılırdı ki? “Söylenenleri dinleyip de onun en güzeline uyan kullarımı müjdele! İşte Allah’ın doğru yolu buldurduğu kimseler onlardır, asıl akıl sahipleri de onlardır.” O zaman insan, kendisine bir şey anlatıldığı zaman öncelikle onu dinlemeyi sonra da uygulamayı bilmesi gerekir. Kendisini gerçek bilgiye kapatan herkes, kaybedenler deryasında yüzecektir. Boğazın boğum boğum olmasının sebebi de belki de ağza gelinceye kadar her bir kelimeyi ölçüp biçip tartmaktır. Çünkü şu hadis-i şerif, bu şekilde bir hayat sürmemiz için yeterli değil mi? “... İnsanları yüzükoyun veya burunları üstünde süründürerek cehenneme dolduran, dillerinin kazandığından başkası değil midir?

Yazarın Diğer Yazıları