
Yarın
Halime Özdemir
Hayat, dün-bugün-yarın üçgeninde yer alıp devam eden bir süreçten meydana gelir. Dünden bize kalan iyikiler pişmanlıklar; bugün imzamızın henüz tamamlanmadığı bir zaman; yarın ise bize neler getireceği henüz belli olmayan bir zaman. Bir de dünyanın ötesinde meydana gelecek olan bir yarın var. Ebedî hayatın başlangıcı olan ve herkesin ötekini görmeyip sadece ve sadece kendisiyle ve amelleriyle baş başa kalacağı, gizli saklı bütün her işin ortaya döküleceği gün olan yarın var.
Belki de hayattaki en önemli cümle; insanın başıboş yaratılmadığı gerçeğidir. Bunun farkında olan kişi, yapıp-etmelerinin sonucunu yine kendisinin görüp yaşayacağını unutmamalıdır. Başka bir ifade ile yaptığı iyilik de kötülük de kişinin kendi lehine ve aleyhinedir. Yani, kişinin sandığında biriken hazinesidir. Bunun ortaya döküleceği ve tüm insanoğluna gösterileceği zamanı da “yarın”dır. Bundan dolayı insan için yarın önemli olmak zorundadır. Yaşamın hakkını vermek veya vermemek, yarın için anlamlıdır. Nasıl yaşandığı da hiç şüphesiz çok önemlidir. Şunu unutmamak gerekir ki; “Herkes öldüğü hâl üzere diriltilecektir.” buyuran bir Peygamberimiz vardır. O halde nasıl yaşamak? Belki de bu soru, insanın kendisine soracağı en önemli sorulardan bir tanesini meydana getirir. Ne zaman ölüneceği bilinmiyor olunmasına rağmen nasıl yaşanılacağının kesinkes bilinmesi elzemdir.
Yarın denen meçhulde meçhul olunmayan bir şey var: Sorular… Bize verilen hayatın soruları… Ve bu sorulara cevap verilmeden insanın bir adım öne veya sona gidemeyeceği gerçeği. O halde yarın insanı bekleyen sorular nelerdir? Bu sorular, kişinin ömründeki her bir saniyesinin soruları olmakla birlikte özellikle Hz. Peygamber (sav)’in dilinden öğrendiğimiz şu sorular dikkat çekmektedir: “Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.”
Ömür bir sermayedir ve geçirilen her bir anın sorgusu da çetin olacaktır. Nerede, nelerle, nasıllarla, niçinlerle geçirilen ömür hesapsızmış gibi geçiriliyorsa cevabının kolay olacağı düşünülür mü? İster gençlik ister yaşlılık olsun ama hoyratça harcanan zamanın hakkı muhakkak sorulacaktır. Gençlik, ömrün çabuk geçtiği ve geçerken pek çok şeyin ihmal edildiği ve yok sayıldığı bir dönemdir. Kazanılan her şeyin sorusu da insana yarın sorulacaklar arasındadır. Kazandığını nerede, yalan dolan işlerde mi yoksa iyi ve güzel işlerde mi harcandığı da hesabın içerisinde yer alacaktır. Ve bir diğer mevzu, bildiğini hayatında yaşama konusu. En çok ihmal edilen ve bilgi ötesi bir çağdaki insanın her şeye bir saniyede ulaştığı ortamda bildikleriyle amel edip etmeme hali insanın en çok imtihanı olan bir konu belki de. Bilindiği halde uygulamamak. Çeşitli bahanelerle “Aman ne gerek var.” diye savsaklanan ve yok sayılan her bilgi, yarın insanın karşına çıkacaktır.
O zaman yarına iman etmek gerekir. İman etmeyen kişi veya kişiler, her şeyi kendi zaviyelerinden ve kendi menfaatleriyle değerlendirip ona göre bir hayat sürerler. Hiç şüphesiz yarın (ahiret), iman edildiği oranda kişinin hayatı anlam kazanır. İnsanlar ahiret inancı konusunda şu şekilde tasnife tabi tutulmuştur Kur’an-ı Kerim’de: “İnsanlardan öyleleri vardır ki: “Biz Allah’a ve ahiret gününe iman ettik” derler; oysa inanmış değillerdir.” Dünyadan gelip geçen insan profilleri... Bildiği ile yaptığı bir olmayan insan tipleri... En acısı belki de bu değil mi? Çünkü iman etmiş olmak beraberinde amele dönüştürmeyi gerekli kılması gerekirken uygulama alanı bulmayan bilginin kişiye faydası olur mu sahiden?
İnsanın mayasında unutma olduğu için insan, yarını unutuyor. Ama bunun önüne geçen ve “ben unuttum, hatırlamıyorum” diyen insan bahanesini de ortadan kaldıran şu ayet, ahiretteki durumumuzu bize haber vermektedir: “İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.” Ah insan! Hem gözetlenmekte hem de kayıt altına alınmaktadır her nefes alışında her şeyin... İnsanın inkarcı özelliğinin de bir göstergesidir bu. Unutmasının önüne geçilen ve şahit olanlar... Söylenilen her bir sözün hakkının sorulacağı bir din, Allah’ım! Ne güzel, ne adaletli, ne hakkaniyetli bir durum bu insan için...
Hemen akabinde gerçekleşecek olay da dikkatlerimizden kaçamaz. Zira o kayıt altına alınan defterler ne olacak sorusu da insanın zihnini meşgul etmektedir. Hiç meşgul etmesine gerek yoktur. Çünkü o defterlerin akıbetini Kur’an’da İsrâ Suresi’nde buluyoruz: “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecektir.” O zaman, herkes kendi sorumluluğundan ve yükünden mesuldür. Kimse kimsenin yaptığından sorumlu değildir. Kimse kimsenin suçunu-günahını boynuna alamaz. “Senin yüzünden yaptım, söyledim.” vb. söylemler insanın kendisini kandırmasının yansımasından öte bir şey değildir. Ve istese de istemese de kitabı kendisine açılmış bir şekilde okuması için zamanının gelmesini beklemektedir. Okumam veya okurum diye bir söz hakkı olmayan bir kitap! Herkes, kendi yapıp-ettiklerini, saklısını-gizlisini kısaca her şeyini yani ömrünü mahşer meydanında bizatihi kendisi okuyacaktır Yarında herkes sadece kendisiyle yani nefsiyle baş başa kalacaktır. O zaman nefsiyle baş başa kalan kişi bugün neden başkalarının hayatını mahvetmek derdine düşer peki? Bu soru zihinleri biraz meşgul etmeli.
O kitapta neler neler yer alacak acaba? Her şey ama her şey... İşte size kanıtı Kehf Suresi 49. ayette: “(O gün) Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” İşte saklamamak ve gizlememek gerekir azizim. Her yapılanın ve yapılmayanın, her söylenilenin ve söylenilmeyenin şahidi olan Allah, seni sana haber verdirecektir yarın denilen günde herkesin önünde. Bunu unutarak yaşanılan bir hayat, heyhat ki hüsrana yol açacaktır yarında...
O zaman akıllı olmak gerekir. Bugünden yarını düşünüp ona göre hayat sürmek elzemdir. Sadece ve sadece kendine Müslüman olmak veya kendi için her şeyin kâr olduğunu düşünerek yaşanılan bir hayat, “eyvah bize!” feryadını söylettirecektir. O zaman dünyada hangi kişilik özelliği yarında kurtuluş reçetesini insanın eline verdirecektir sorusunun cevabını Hz. Peygamber (sav)’in dilinden öğrenelim: “Akıllı kişi kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise arzularının peşinde koşup da Allah’tan bağışlanma dileyendir.” Tercih kişiye ait. Akıllı veya aciz olmak, kişinin elindeki bir anahtardır ister onunla kapı açar ister kendisine açılan bütün kapıları kapatmak için yaşar.