Değişen Sokaklar Ve Toplumsal Bağlar Üzerine
Misafir
Yılın son günlerinden tüm okurlara selamlar. 2025’in eteğine bizden alıp koyduklarıyla birlikte bizi terk etmeye hazırlandığı bu günlerde, yılın gidişini örnek almış olmalıyım ki biraz geçmişe dair konuşacağız. Geçmiş dediysem özel bir tarihten veya dönemden bahsetmiyorum. Hepimizin kendi içinde bir geçmişi var. Fakat bahsedeceğim konu hepimizin geçmişini ve geleceğini kapsıyor. Bugün, zaman içerisinde fiziki olarak değişen sokaklarımızı ve o sokaklarda bu fiziki değişime kıyasla daha yavaş değiştiği için eskimeyen yüzler olarak nitelendirdiğim sokağımızın insanlarından bahsediyoruz.
2010 ve sonrası, yani alfa kuşağı olarak isimlendirdiğimiz nesil, sokak kültürüne pek hâkim değiller. Fakat önceki kuşaklar ve nesiller bunun nasıl bir kültür olduğunu içinde bulunarak bizzat deneyimlemişlerdir. Elbette apartman dairelerinde büyüyenlerimiz de var ama bu durum mahalle kültüründen bihaber oldukları anlamını taşımaz. Türk insanı ufak tefek farklılıklar barındırsa da bu kültürü bu zamanlara kadar taşımayı başarabilmişti. Zaman ise bize oynadığı oyunlardan birini de bu kültürü yok etmeye yönelik oynamaktan geri durmadı. Aşure getiren komşu çocukları zamanla azaldı. Komşudan soğan istemek garip karşılanır oldu. İmkanlar arttıkça bireyselleşme haneler arasında da görülür oldu. İnsanlar kendilerini komşularından, sokaklarından soyutlamaya başladılar. Köşedeki bakkal ile iki dakika fazla sohbet etmek günü güzelleştiren bir öge olmaktan çıktı, yerini bir an önce hallolsa da evime dönsem zihniyeti aldı. Bu biraz insanımızın, biraz da şartların getirilerinin suçu aslına bakılırsa. Artık zaman daha değerli görülüyor. Sokağımızdaki birine 5 dakikamızı ayıramayacağımız kadar. Tabii böyle bir zorunluluğumuz bulunmuyor ama bu kültürün korunması için bazı durumların sürmesi gerekli. Kapitalizm hayatı insan için kolay kılıyor gibi görünen çürütücü sistemler oluşturdu. Ekmeği Ahmet Bey’in fırınından almaya, manav ihtiyaçlarını Dilek Hanım’dan halletmeye ihtiyaç kalmadı. Et için kasap Mehmet’e de uğramaya gerek yok. Hepsi yan sokaktaki marketin içinde bulunuyor. Niçin bir sokak ötedeki fırına yürüyüp zaman kaybedesiniz ki, değil mi? Dinlenmemiz için olan saat aralığında ihtiyaçlarımızın gerekliliği olan süreden ne kadar çok tasarruf edebilsek o kadar iyi! Bu daha çok dinlenmemizi sağlar. Daha çok dinlenirsek de daha çok çalışabiliriz. Bunun yerine yaşamı çalışması, sosyal ihtiyaçları ve eğlence zamanlarıyla birlikte iç içe geçirsek daha iyi olur diye düşünüyorum. Çok çalışarak çok kazanılır algısı da doğru değil üstelik. Yani boş yere sosyal yaşamımızın bir alanını yok ediyoruz. Sokaklar da bu sistemin beklentilerini karşılayacak şekilde değişiyor. Kastamonu gibi bir şehre modernlik adı altında 20 kat bandında apartmanlar yapılıyor. Merkez dar bir alana sıkışmış değil, şehir yatay mimariyle genişlemeye çok müsait. Bakınız Kuzeykent’e; eski yıllarda yapılan müstakil evler hem mahalle kültürünü sunuyor hem doğadan kopukluğun önüne geçiyor hem de mahremiyeti tesis ediyor. Bu tarz projelere önem vermek ve yaygınlaştırmak şüphesiz ki gelecek nesil için de bu nesil için de hayırlı olacaktır.
Şehirlerde yolları genişletmek bir başarı değil, çarpıcı bir gerçeğin iz düşümüdür. İnsanları ferah sokaklardan sıkışık apartman dairelerine hapseder, bir de üstüne yan yana birkaç blok dikmekten kaçınmazsanız, o zaman bu işin sonucunda yol genişletmek, altyapı güçlendirmek zorunda kalırsınız. Bir de şu eskimeyen yüzler başlığını açayım. Eskiden sokağınızda bakkal işleten kişi yüksek ihtimalle bugün hâlâ sokağınızda. Hatta bahçeli evlerinizin yerine dikilen apartmanda farklı katlarda oturuyor olabilirsiniz. Yaşadığınız yerin çehresi değişti, evet ama bakın hâlâ aynı kişiler çevrede. Yani sistem görseli değiştirse de insanları bizden en azından bu yöntemle alamıyor. Daha doğrusu tamamen alamıyor. Çünkü komşuluk kültürü gibi bağlarımızı zaten oldukça zedeledi. Geriye kalan bağlarımız da farklı yöntemlerle koparılmaya çalışılıyor. Bu saldırılara toplum olarak nasıl bir direnç göstereceğiz, zamanla göreceğiz.