Ahlakla Donatılmış Bir Sınır
Serap Oruç
Vaktiyle bir annenin beş yaşına gelen çocuğu, bir gün komşunun kümesinden bir yumurta çalıp annesine getirmiş. Anne, haramla helali; daha önemlisi ahlaklı olmanın değerini bilmediğinden, cehaletiyle yumurtayı çocuğunun elinden almış. Çocuğuna bunun kötü bir davranış olduğunu anlatmak ve öğretmek yerine gülümsemiş, başını okşamış ve şöyle demiş:
“Aferin benim akıllı oğluma…”
Çocuk ertesi gün yine yumurta getirmiş. Sonra gün aşırı… Derken bu hâl alışkanlığa dönüşmüş. Yumurtadan tavuğa, tavuktan horoza, horozdan koyuna… Yıllar geçtikçe hırsızlık çocukla birlikte büyümüş ancak davranış hiç büyümemiş; beş yaşında kalmış.
Bir zamanların küçük çocuğu, artık çevresinin en azılı hırsızı olmuş. Kimse söz geçiremiyor, kimse önünde duramıyormuş. Derken bir gün bir cinayet işlemiş. Kanun yakasına yapışmış, yargılanmış ve idama mahkûm edilmiş.
Mahkeme salonunda annesi feryat figan, saçını başını yolarak ağlıyormuş:
“Aman hâkim bey, biricik oğlumu bağışlayın. Benim hayatta ondan başka kimsem yok!”
Ancak hüküm kesinmiş.
Hâkim, idamdan önce mahkûma son arzusunu sormuş. Genç başını kaldırmış ve sakin bir sesle konuşmuş:
“Bir dileğim var. Anneciğimin mübarek dilini son bir kez öpmek isterim.”
İstek kabul edilmiş. Anne getirilmiş, gözleri yaşlı vaziyette:
“Gel oğlum, dilimi öp.”
Genç, annesinin uzattığı dili iki dişinin arasına alıp öyle bir ısırmış ki, dil makasla kesilmiş gibi yere düşmüş.
Oradakiler dehşetle bağırmaya başlamış:
“Vah vah! İşlediği cinayet yetmedi mi, bir de annesinin dilini kopardı!”
Genç başını kaldırmış ve kalabalığa seslenmiş:
“Bilmeden konuşmayın! Benim bugün idama mahkûm olmam, işte o kopan dil yüzündendir. Çocukken komşunun yumurtasını çalıp getirdiğimde annem bana ‘aferin’ dedi. Eğer o gün beni durdursaydı, bugün bu darağacıyla karşı karşıya olmazdım.”
Bu hakikat karşısında herkes susup kalmış.
Bu hikâye bir gerçek değilse bile bize ahlâkın ihmal edilmesinin sonucundaki bedeli anlatıyor. Toplum kötülüğü hep büyük suçlarda arıyor; ancak kötülük çoğu zaman küçük bir “aferin”le başlıyor. Bir annenin “O daha küçük” dediği yerde, bir topluma mezar kazdıran büyük bir suçlu yetişiyor.
Bugün “Ne olacak, çocuk işte” diyerek geçiştirilen her yanlış, yarın eli silahlı bir suçluyu topluma dâhil eder. Sonra da mahkeme salonlarında saçını başını yolup “Nerede yanlış yaptık?” diye sorar kişi kendine. Oysa yanlış, ilk yanlışta susulduğu yerde başlar.
Bu hikâyedeki ibretlik detay, annenin dilinin kopması değildir. İbretlik olan, o dilin yıllar önce susmuş olmasıdır. Çocuğa “aferin” diyen dil, aslında onu idama götüren yolu inşa etmiştir.
Bugün toplum olarak en büyük eksiğimiz çocuklarımıza karşı sevgisizlik ve cehalet değil; ahlakla donatılmış bir sınır koyamamaktır. Her koşulda kendi çocuğumuzu haklı görmek, merhamet ile disiplini dengeleyememek, şefkati ve gevşekliği birbirine karıştırmak…
Sürekli başkalarının bozulan çocuklarını seyrederken, başkalarına şaşırıp kalırken kendi çocuklarımıza dönüp bakmaya vakit bulamayışımız; belki de kendi yetiştirdiğimiz çocukları kusursuz zannetmemize neden oluyor.
Hasılı kelam; onun bunun çocuğuna, sağa sola değil, işimize, içimize ve evimizde yetişenlere bakalım. Ancak öylesine değil, dikkatle bakalım. İçeriye dönük yatırım yapıldığını unutmadan, evimizin içinde devletine, milletine, insanlığa hiçbir karşılık beklemeden hizmet edebilen çocuklar yetiştirmeye odaklanalım. En önemlisi ahlaklı olalım. Çünkü sadece ahlak bizi adil, birleştirici, hilesiz, dürüst ve bir cana kıyamayan şefkatli bir insana dönüştürebilir. Çocuklarımız kendi evinde ahlakla tanıştığında, şefkati daima yansıtacaktır.
Gelecekte güzel bir toplumun mümkünatına dair inançla, umut kapılarımız her daim açık kalsın. Saygılar.