Serap Oruç

Biz Kirlettik

Serap Oruç

Ömer Seyfettin’in Kaşağı adlı hikâyesini sanırım birçoğumuz okumuşuzdur. Hikâye bir çocuğun hikayesi gibi görünür ancak bizlere hayatın en değerli derslerinden birini verir bir çocuğun kalbinin hayatındaki ilk acı imtihanı üzerinden.

Bu hikâye çocuk dünyasının masum yanıyla yalanın, kıskançlığın ve suçun insan ruhunda açtığı derin yaraları anlatırken ağır sonuçlarıyla da yüzleştirir bizleri.

Hikayeyi hatırlayalım: "Babamın geniş, büyük bir çiftliği vardı. O vakitler ben sekiz, ağabeyim Hasan on bir yaşında idik. Çiftlikte atlara bakmakla görevli seyislerimiz olurdu. Ahırın içinde kocaman, parlak, demirden yapılmış kaşağılar bulunurdu.

Bir gün ağabeyimle beraber ahıra girmiştik. Ahırın içinde duran kaşağıları görünce ben:

"Hasan!" dedim. "Gel, şu kaşağıyla atı tımar edelim."

Ağabeyim kaşağıyı aldı, fakat biraz sert vurunca at ürktü. Hasan kızdı:

"Bu çok sert, bununla at tımar edilmez."

Ben "edilir" dedim. Ağabeyim "Edilmez. Hem babam görürse kızar."

Bunu deyince ben çok öfkelendim. Kaşağıyı elinden kaptığım gibi taşa vurdum. Kaşağı kırılıverdi. Ağabeyim "Yandık" dedi. "Babam şimdi bunu sorarsa ne diyeceğiz?"

Ben bir an düşündüm, sonra hemen "Sen hiçbir şey deme, ben söyleyeceğim" dedim.

Ertesi gün babam kaşağıyı sordu. Ben, ağabeyimi göstere göstere:

"Hasan kırdı" dedim.

Babam çok kızdı. Hasan, hiçbir şey demedi. Benim söylediğimi inkâr etmedi. Onu ahıra kapattılar. Ben de korkudan artık dışarıya çıkamaz oldum.

Ertesi gün Hasan hastalandı. Bir hafta sonra da öldü.

İşte ben, ağabeyimin ölümünden evvel söylediğim bu yalanımı ömrümce unutamadım. "Ben yaptım" diyemedim. "Hasan’ın üzerine attım."

Hasılı kelam bu hikayedeki çocuğun yaptığı gibi bizlerde çoğu zaman kendi yanlışlarımızı saklamak için en yakınımızı suçlamayı seçeriz. Korkularımız, çıkarlarımız, hatta bencilliğimiz bizi gerçeği saklamaya yöneltir. Ancak her yalanla, ardımızda bir kayıp bırakırız. Suçladığımız ya da suçlu hissettirdiğimiz insanların ve kendimizin hayatında büyük yaralar açarız.

Kaşağı, uzun yıllar evvel yazılmış bir hikaye olabilir. Ancak farklı şekilleriyle hâlâ hayatımıza dokunuyor.

Örneğin iş yerinde başarısızlıkların suçunu başkasına atan yöneticiler.

Yanlış politikalarını ötekine yıkan siyasiler.

Doğru eğitmedikleri evlatlarının yanlışından şikayet eden ebeveynler.

Hatalarını kabullenmek yerine hep başka birini günah keçisi ilan eden insanlar...

Hepsi, o küçük kardeşin ağabeyi Hasan’ın üzerine attığı suçun büyümüş halleri gibi değil mi?

Hasan masumdu. Tıpkı hayatımızda haksız yere suçladığımız, kırdığımız, uzaklaştırdığımız insanlar gibi. O hâlde kendimize şu soruyu soralım emi:

Biz, hangi Hasanlarımızı kendi suçlarımızın yükü altında ezdik? Hangi sevdiklerimizi, kendi korkularımız yüzünden kaybettik?

Bir an duyacağımız kurtuluş ve rahatlama uğruna ömrümüze suçluluk inşa ettik?  Daha da önemlisi bize çok güvenen birini aldatıp onun da ahlakını mı bozduk?

Şairin dediği gibi "biz büyüdük ve kirlendi dünya" değil. Biz büyürken ilk kötülüğümüzün arkasında duramadığımız ve ilk kötü davranışımızın sorumluluğunu alamadığımız için bir sürü kötülüğün arasında kaldık ve dünyayı biz kirlettik. Saygılar.

Yazarın Diğer Yazıları