Dost Hesap Kitap Yapmayandır
Serap Oruç
Bir baba, oğluna hayatının derslerinden bir tanesini nasihat etmeden, sükunetle davranışa yansıma haliyle en derin şekilde vermek ister.
Ve bir akşam, oğluna dönüp sorar:
“Evladım, söyle bakalım, kaç dostun var?”
Oğlu gençliğinin de verdiği pervasızlığıyla gülümser:
“Yüzlerce dostum var baba. Hepsi de beni sever, sayar ve daima yanımdadır.”
Baba o anda susar. Çünkü bilir ki, hayatın öğrettiğini sözle anlatmak çoğu zaman nafiledir.
“Bir gün anlarsın,” der yalnızca. “Dost dediğin, çokluğuyla değil, vefasıyla bilinir.”
Ve gün gelir, baba eline kanlı bir çuval verir.
“Git bakalım,” der. “Şu dostlarının kapısını çal. De ki, yanlış bir iş yaptım, bana yardım et; bu çuvalı gömelim.”
Oğlan çıkar yola, bir bir çalar kapıları.
Ne var ki dost bildikleri, kan sızan çuvalı görünce yüzlerini ekşitir, kapılarını açar açmaz kapatır.
Kimi korkar, kimi susar, kimi de onu bir daha görmek istemediğini söyler.
Oğlanın içi yanar, kalbi incinir.
Ve anlar ki, dostluk, her omza dokunan el her dostum benim her zaman yanındayım sözüyle olmazmış.
Boynu bükük döner babasına.
“Baba,” der. “Haklıymışsın. Benim dost sandıklarım, korkularının ardına saklandı.”
Baba sakince cevap verir:
“Şimdi o çuvalı benim dostuma götür.”
Oğlu kabul eder ve gider. Babasının dostu kapıyı açar açmaz, hiçbir soru sormadan içeri buyur eder onu.
Elindeki çuvala bir bakar, ardından arka bahçeye geçer.
Toprağı kazar, çuvalı gömer.
Ve kimse anlamasın diye üzerine sarımsak eker.
Oğlan şaşkındır. Ne sorgu vardır, ne yargı.
Sadece sükunet, güven ve derin bir sadakat.
Döner babasına, gözleri doludur.
“Gerçekten senin dostun varmış baba,” der.
Ama baba henüz dersin tamamlanmadığını bilir.
“Şimdi,” der, “git o dostun kapısını bir kez daha çal. Açtığı anda, yüzüne bir tokat vur.”
Oğlu dehşete kapılır.
“Olmaz baba! O bana iyilik etti, nasıl tokat atarım?”
“Git,” der baba, “dostluk, yalnızca iyilikte değil, dostun tarafından sınandığında da belli olur.”
Oğlan çaresiz yola koyulur.
Kapıyı çalar, adam açar.
Ve bir tokat, bana dostunun yüzüne iner.
Adamın yüzünde öfke değil, tebessüm belirir.
Sadece der ki:
“Git babana söyle evlat; biz dostluğu bir tokatla satmayız, o sarımsak tarlasını da kimseye vermeyiz.”
İşte o an, oğul anlar dostluğun hakikatini.
Anlar ki dost, senin sırlarını taşıyan değil, yükünü paylaşandır.
Karanlıkta elini tutan, suçlamadan yanında durandır.
Dostluk, menfaatle büyüyen değil; fedakârlıkla kök salan bir sarımsak tarlasıdır.
Yazdığım bu hikâye Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye atfedilen, “Gerçek Dostluk” veya “Babanın Dostu” adıyla bilinen bir kıssadır.
Asırlar öncesinden bugün bizlere kadar uzanan kıymetli bir mirastır. Bugün çağ değişti, kelimeler kirlendi dostluklar da hesabıma uyuyorsa halini aldı.
Sözde “çevrimiçi” listesinde yüzlerce dostumuz var, ama birinin kapısını çalacak cesaretimiz yok ya da kapımızı çalarlarsa diye korkumuz çok.
Dost, insanın aynasıdır
Birlikte ağlayıp, birlikte güldüğüdür.
Sustuğunda duyandır.
Küs olduğun da bile vefalı kalandır.
Maskelerle yüzünü örtme ihtiyacı duymayandır.
Hesap kitap yapmayandır.
Hesap üzerine kurulan maskeli dostluklar sadece hesaba uyan tanıdıklardır. Saygılar.