Halime Korkmaz

Ramazanın Hakkını mı Veriyorsunuz Hakkına mı Giriyorsunuz?

Halime Korkmaz

Müslümanlar, bu çağda teslim olmak ile ayak diretmek arasında bir yerde yaşıyorlar. Oysa Müslüman olmanın şartı, şeksiz-şüphesiz teslimiyetten geçmektedir. Çünkü Müslüman, teslim olan ve teslim olabilmeyi başaran kişidir. Teslimiyet; Allah’ın emir ve yasaklarına, Rasulü’nün sünnetine ittiba etmekle mümkündür. Nefsin heva ve heveslerine tabi olarak Allah’ın emir ve yasaklarını çiğnemek, Müslüman olmayı engelleyen en önemli unsurdur. Müslüman olmayı başarabilmek ise hakikaten imana erenlerin ilk ve en önemli sorumluluk alanıdır.

Teslimiyeti anlamak için Müslüman kimdir sorusuna cevap bulmamız gerekir. Bu soruya verilen cevap doğrultusunda hak-hukuk mevzusuna açıklık getirebiliriz. Müslüman, TDV İslam Ansiklopedisi’nde “inancının gereğini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişiye Müslim denir.” şeklinde tanımlanmaktadır. Önce inanç yani iman akabinde İslam olmak vardır. İslam olmak yani Müslüman olmak, eylemde bulunan, amel eden kişidir. Bundan dolayı inanan bir kişinin Müslüman sıfatına sahip olabilmesi için tam bir teslimiyet içerisinde Allah’a kul olma görevlerini tam olarak yerine getirmesi gerekir. Aksi halde sadece iman etmiş ama teslim olmamış yani Müslüman olmamış olur. Bu durum, çaba ve emek gerektirir.

On bir ayın sultanı olan Ramazan ayı da kendisine teslim olunduğunda anlam kazanır. Ramazana teslim olan, Ramazana hakkını verirken teslim ol(a)mayan ise onun hakkına girmiş olur.

Ramazan ayı, Receb-i şerifin ilk gününden itibaren kendisine ulaşmak için dua edilesi bir zamandır. Müminler ve Müslümanlar, peygamberin sünneti gereği; “Allah’ım! Receb ve Şaban aylarını hakkımızda mübarek eyle, bizi Ramazan ayına ulaştır!” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, IV, 189) diye dua ederek bu ayı karşılamaları gereken mübarek bir aydır. Yani Ramazana ulaşmayı arzu etmek ve dua etmek, Ramazanın Müslüman üzerindeki hakkıdır.

Ramazan ayının geldiğine Müslümanın teslim olması elhak şarttır. Ramazanın Müslüman üzerindeki ilk hakkı; oruçtur. Zira Ramazan orucu, İslam’ın beş temel esasından biri olarak bildirilmektedir. (Buhârî, İman, 2) Dolayısıyla İslam olmanın yolu veya Ramazan ayına hakkını vermenin ilk şartı, Ramazan ayında oruç tutmaktan geçmektedir. Çünkü cenab-ı Allah; “Kim bu aya ulaşırsa oruç tutsun…” (Bakara 2/185) buyurur. Oruç, dünyanın kuruluşundan bu tarafa bütün ümmetlere farz kılınan bir ibadettir. (Bakara 2/183) Oruç, kişinin imsaktan iftara kadar olan süreçte yemeden-içmeden uzak durarak aç kalmasıdır. Ramazan, Müslümanı açlıkla imtihan etmektedir. Hasta, yaşlı, yolcu, hamile ve emzikli olmayan bütün müminlerin Allah’ın bu emrine uyarak oruçlarını tutmaya teslim olması Ramazanın Allah’ın kulları üzerindeki hakkıdır.

Ayette; “Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 4/80) buyrulur. Bu sebeple Müslüman, ayet ve hadisi birbirinden ayrı düşünemez. Ramazanın hakkıyla ilgili Allah Rasulü’nün şu hadisine dikkat etmek zorundayız: “Sahur yapınız, sahurda bereket vardır.” (Buhârî, Ṣavm, 20) Dolayısıyla her mümin ve Müslüman, imkan ölçüsünde bir bardak su içmek için dahi olsa sahura kalkarak geceleyin herkesin uykuda olduğu vakitlerde ışıklarıyla geceyi aydınlatmak ve sahur yemeği yemek zorundadır. Bu, ramazan ayının Müslüman üzerindeki hakkıdır.

“Din, nasihattir…” (Müslim, İmân, I, 74) Müslümanların kendilerine gelebilmesi için günün, haftanın, ayın, yılın belirli zamanlarında dini nasihat dinlemeleri şarttır. Ramazan ayının yaklaştığı günlerde iki cihan güneşi ashabına şöyle nasihatte bulunuyorlardı: “Ramazan ayı size bereketiyle geldi, Allah o ayda sizi zengin kılar, bundan dolayı size rahmet indirir, hataları yok eder, o ayda duaları kabul eder. Allah Teâlâ sizin (Ramazan ayındaki ibadet ve hayır konusunda) birbirinizle yarış etmenize bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O halde iyilik ve hayırdan yana Allah Teâlâ’ya kendinizi gösterin. Ramazan ayında Allah’ın rahmetinden kendisini mahrum eden kimse bedbaht kimsedir.” (Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, III, 344) Bu hadisten şu anlaşılmaktadır ki, Müslüman Ramazanın hakkını vermek için adeta yarış etmek zorundadır.

Ramazanın haklarından biri de mukabeledir. Kadın-erkek her Müslümanın gücü nispetinde bu ayda Kur’an-ı Kerim’i okuyup dinlemeleri bir sünnettir. Hz. Peygamber (SAV) ile Cebrail (AS) her sene ramazanın başından sonuna kadar birbirlerine Kur’an okurlarmış. (Buhârî, Savm, 7) O zaman herkesin evininin yakınında olan camiler başta olmak üzere günün bir saatini mukabele okumaya veya dinlemeye ayırması da bir haktır. Aynı zamanda bu, Allah’a ve ahiret gününe iman eden her müminin bir görevidir. (Tevbe 9/18)

Ramazan ayının Müslümanlar üzerindeki bir diğer hakkı da iftar vermektir. Zira Rasulullah (SAV); “Bir oruçluya iftar veren, o kişinin sevabı kadar sevap elde eder. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.” (Timizi, Savm, 82) buyurur. Günümüz şartlarında iftar davetleri bir gösteri ve gösteriş hatta israf hallerine dönüşmüştür. Verilen iftarlar, bu şekle devşirilmediği ölçüde hak yerine getirilmiş olur. Burada helal işlemek için harama dönüşmemek gerekir. Bir hurma ile dahi olsa iftar vermek için Müslümanlar mütevazı bir şekilde adeta birbiriyle yarış ederek mübarek aya hakkını vermiş olurlar. Bazen bir pide ısmarlamak, bazen birkaç çocuğa yemek ikram etmek, bazen ev ahalisi için iftar sofrası hazırlamak, bazen akşam iftar için evine bir ekmek-pide getirmek de bir iftar vermek değil midir? İftar vermeye niyet eden için onun karşısına türlü türlü imkanlar serileceği de onun için bir imkan değil midir?

İftar, oruçlulara verilen bir ikramdır. Bu sebeple Ramazan ayına hakkını vermek için oruçlu kimselere iftar verilmesi gerekir. Şunu unutmamak gerekir ki; “Yanınızda oruçlular iftar etsin. Yemeğinizi iyiler yesin ve üzerinize melekler insin.” (Dârimî, Savm, 51) Aksi halde keyfi olarak oruç tutmayan bir kişinin de iftara gitmekten kaçınması gerekir.

Ramazan ayının Müslüman üzerindeki bir diğer hakkı da Ramazan geldi diyerek sevinç yaşamasıdır. Malumunuz insan bazen orucu bahane ederek adeta asıp kesiyor, kasıp kavuruyor. Kimini çay-kahve krizi tutuyor, kimini sigara krizi. Bu sebeple böyle kişilerle aynı evde yaşayan kimseler özellikle ev ahalisi, Ramazan aynının gelmesinden adeta korkar hale geliyor. Şunu unutmamak gerekir ki Ramazan, sevince bürünme ayıdır. Çünkü Hz. Peygamber (SAV) bize böyle buyurmaktadır: “... Müminin iki sevinci vardır: Birisi iftar vaktinde orucunu açtığı andaki sevinci, diğeri Rabbine kavuştuğu zaman orucunun (mükâfatından kaynaklanan) sevincidir.” (Müslim, Sıyam, 163) Müslüman, Ramazan geldi diye seviniyor mu yoksa üzülüyor mu bunu kendisine sorması elzemdir. Sevinmemesi, onun bu aya hakkını vermemesi anlamına gelir.

Ramazan ayının Müslümanlar üzerindeki bir diğer hakkı da teravih namazıdır. “Ramazan gecelerinde kılınan nafile namaz, imandandır.” (Buhârî, İman, 27) buyrulur. O zaman Müslümanlar, teravih namazı ile Ramazan gecelerinde namaz hakkını vermek ve o şekilde imanlarını tezyin etmekle görevlidirler. Özellikle iftar davetleri sonunda sanki rutin oturmalar gibi ne teravih namazı, ne beş vakit namazdan bîhaber geçirilen iftarlar da ayrıca başka bir yazının konusudur. Şunu unutmamak gerekir ki, iftar davetlerine giden kişiler iftarlarını yaptıktan sonra teravihe veya kendi evlerine gitmek için acele etmekle yükümlüdürler.

Ramazan ayının bir diğer hakkı ise yalanı terk etmektir. Her ne sebeple olursa olsun oruçlu bir Müslüman Ramazan ayında yalan ve yalanla yaptığı her işle oruca saygısızlık yapmakta ve orucun hakkına girmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (SAV); “Yalanı ve yalana göre hareket etmeyi terk etmeyenin yemeyi içmeyi bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur!” (Buhârî, Savm, 8) buyurur. Bu itibarla Ramazan ayına hakkını vermek isteyen kişinin, yalandan ve ona dair bütün kötü huylardan uzak durması gerekir. Buna ilaveten kötü söz ve davranış da Ramazanın hakkını ondan almaktır. Şu hadisi hatırlatmakta fayda görüyoruz: “Oruç bir kalkandır. Oruçlu, saygısızlık yapmasın, kötü konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye veya sövüşmeye kalkışırsa, iki defa, “Ben oruçluyum.” desin…” (Buhârî, Savm, 2) Kavga ve dövüş, sövüp sayma da Ramazanın hakkına giren kişilerin özelliğidir. Bir diğer konu ise o kişilere de cevap vermemek durumudur.

Sonuç olarak, Ramazan geldi ve hoş safa getirdi. Müslüman da kendi tercihi doğrultusunda Müslüman olmanın bir gereği olarak ister Ramazanın hakkını vermeyi isterse Ramazanın hakkına girmeyi seçerek bu mübarek ayı geçirmektedir. Hakkına girdiği takdirde o hakkı ödemek de kişinin amel defterine yazılan ve yevmü’l mahşerde bizatihi ağzıyla söyleyeceği bir durumdur. Herkes, kendi tercihlerinin sonuçlarını dünyada ve ahirette yaşayacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları