
Kendi Kanatlarıyla Yükselmeyen Düşmeye Mahkumdur
Kadriye Doğan
Çocukluğumda yazları köye giderdik. Köyümüzde elektriğin olmadığı zamanlardı. Akşamları köy komşularımıza oturmaya gider, sohbet eşliğinde yatsılık adı verilen güzel ikramlardan yerdik.
Giderken cam bir fanus alınırdı etrafı aydınlatması için. Yani tutacak bir sapı olan, içinde gaz yağı dolu bir şişe ve üzeri camla kaplı bir fener. Öyle herkesin elinde olmaz bir kişi alır eline. Diğerleri de onun ışığı ile gider tabii çamurlu köy yolu. Çoğu zaman içi su dolu çukurlar, taşlar eksik olmaz. Bastığın yeri görmek gerek. Böyle bir akşam babamın elinde fener ailecek çıktık yola. Ancak babam feneri bazen öyle tutuyor ki sadece kendi bastığı yer aydınlanıyor. Bize hiçbir faydası olmuyor. Ayakkabılarım görmeden girdiğim çukurlardan çamur içinde kaldı. Baba dedim en son, “Şu feneri benden yana da tutsan da ben de şu çukurlara düşmesem.” Babam hayatım boyunca unutmayacağım bir cevap verdi. “Yolun hep aydınlık olsun istiyorsan feneri kendin tutacaksın. Fener başkasının elinde ise onun keyfine kalırsın isterse sana doğru tutar isterse tutmaz. Tutmadığında da çukura düşersin.”
Okuduğum bir kitapta şöyle bir cümle dikkatimi çekti: “Yükseldiğin kanatlar senin değil de başkasının kanatları ise feci bir şekilde düşmen yakındır.” Sözü okuyunca hatırladım az önce anlattığım anımı. Babam da bana aynı dersi vermek istemişti. Yükseldiğim kanatlar kendi kanatların olmalı, yolunu aydınlatan ışık senin becerin, emeğin olmalı. Yoksa boyun eğmeye, yönlendirilmeye, başkalarının seni götürdüğü yere gitmeye mecbur olursun. Er ya da geç nereye kadar yükselirsen yüksel düşmeye mahkum olursun.