
Zaman Konuşsaydı Biz Utanırdık
Serap Oruç
İmam Şâfii demiş ki:
“İnsanlar zamandan şikayet eder; fakat zaman konuşacak olsa insanlar utanırdı.”
Bu söz, modern dünyanın hızla dönen çarkları arasında savrulan bize yalnızca bir öğüt değil; kendimizle ilgili muhasebe yapmamız için iyi bir hatırlatma bence. Zaman, her sabah yeniden doğan, hiçbir azalışa uğramadan önümüze serilen bir nimettir. Ne azalır, ne çoğalır. Biz zamanın içinde yaşarız, tüketiriz, harcarız. Şikâyet ettiğimiz, zaman yetmiyor dediğimiz şey de aslında zamanın kendisi değil, onu nasıl değerlendirdiğimizdir. Asıl ihtiyacımız olmayan o kadar ıvır zıvıra zaman veriyor oluşumuzdur.
Bugünün insanı olan bizler, belki tarihteki hiçbir kuşağın sahip olmadığı kadar kolaylığa sahipiz. Dakikalar içinde yemek sipariş ediyoruz, saniyelerle ölçülen hızlarda bilgiye ulaşıyoruz. Uçsuz bucaksız teknolojik imkânlar elimizin altında. Ancak ne tuhaftır ki, zamanı bereketli kılmakta geçmişe oranla daha yetersiziz. Eskiden sabahın daha erken saatlerinde başlardı günler ve akşam olmadan birçok iş tamamlanırdı. Sonra insanlar birbirine kalan zamanlarını ikram ederdi.
Şimdi ise zamanın içinde kayboluyoruz. Sabahlar alarmla başlıyor, gün boyu iş, toplantı, e-posta, trafik ve daha niceleri arasında mekik dokuyoruz. Akşam olduğunda ise bitmek bilmeyen bir yorgunluk, ama bir türlü dolmayan bir iç boşluğu hissediyoruz. Bir günü bitirdiğimizde geriye tükenmişlik ve “yetiştiremediklerimiz” kalıyor.
Bugün bizlere sunulan her kolaylık, bizi biraz daha yavaşlatmak yerine hızlandırdı. Hız arttıkça yüzeysellik çoğaldı. Derin düşünceler yerine hızlı tüketilen içeriklere, sükûnet yerine bildirim seslerine, içsel sessizlik yerine dijital gürültülere gömüldük. Mesafeler kısaldı ancak ulaşamadık, hep geç kaldık yada yetişemedik.
Bizler sürekli zamanı suçluyoruz, çünkü kendi iç dünyamızla yüzleşmekten kaçıyoruz.
Zirâ Allah’ın bize verdiği en büyük emanetlerden biri olan zaman ne azalır, ne çoğalır, ne saklanır.
Modern hayat bizi tüketiyor, yavaşca azaltıyor. Bizler dikkat kesilmemiz gereken şeyleri gözümüzden kaçırdıkça zamanın bereketi bizlere kendisini kapatıyor; bizlerde zamanın azlığından ve yokluğundan şikayet eder hale geliyoruz. Çünkü zamanın bereketi, sadece dakikaların sayısında fark edilmez; o dakikalarda gördüğümüz, demlediğimiz, olgunlaşmasına müsade ettiğimiz şeylerde bize kendisini açar ve fark edilir.
Belki bu yüzden zaman konuşsaydı biz utanırdık. Çünkü bugün bize sunulan bunca fırsat içinde, neyi seçtiğimiz ve neyi ihmal ettiğimiz gün gibi ortada olurdu.
Şimdi biraz durup düşünüp kendimize şu soruyu sormanın tam vaktidir belki. “Biraz yavaşlarsam, kendime dönersem, kendimi duyarsam, ruhumla yüzleşirsem, acele etmezsem bugün bana verilen zaman ziyan mı olur? Temel meziyetlerim kayıp mı olur, yoksa kaybolan meziyetlerimin bulunmasına fırsat mı olur?”
Saygılar.