Serap Oruç

İnsan, Yıktığını Onardığı Kadar İnsandır

Serap Oruç

“Ey insanlar! Şüphesiz, biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık; tanışasınız diye ve sizi milletler, kabileler hâline ayırdık. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, her şeyden haberdardır.”

Hucurât Suresi, 13. Ayet

Kâinatta hiçbir şey tek başına değildir. Her varlık zıddıyla kaimdir, karşıtıyla tamam olur. Geceyi gündüzle, sessizliği sesle, yalnızlığı kalabalıkla tanırız. İnsan da böyledir; bir başına değil, “öteki”yle anlam bulur. Ancak bu öteki, ayrışmak için değil, anlamak içindir. Anladığımız kadar derinleşir, berrak bakışımızla bakıp gördüğümüz kadar güzelleşiriz.

Zira “ben” diye bildiğimiz her şey, biraz da “öteki”yle mümkündür.

Bu nedenle her insanı tek bir inanca, fikre ya da yaşama biçimine hapsetmeye çalışmak, yaradılışın sırlarına göz kapamaktır. Bu, hakikatin çeşitliliğine aykırıdır. Allah, bizleri farklılıkları tanıyalım diye yarattı; her nefsi başka bir sırla donattı. Farklı olanı aynılaştırmak için değil; anlamaya çalışıp anlayış gösterebilmek bizi hakikate taşır. Sonra da bizi rahmetle kuşatır.

Bizi asıl yoran, mümkün olmayanın peşinde koşmamızdır. “Kusursuz insan”, “ideal mutluluk”, “eksiksiz düzen” arayışı, gönlümüzde bir boşluğu büyütmekten başka neye yarar?

“İdeal” diye dayatılan mutluluk, ilişki, yönetim ya da insan modeli çoğu zaman içi boş bir beklentiden ibarettir.

İnsana düşen; oldurmaya çalışmak değil, olmaya niyet etmektir. Güzel bakmaktır. Ötekinde sorun aramak yerine, sorumlu insan olmaya çalışmaktır. İnsanın, kalbini ikna edebilmesidir.

Zira güzellik, yalnızca bakışımızı değil; bakma niyetimizi de değiştirerek başlar. Kalbimizi ikna etmeden attığımız hiçbir adım bizi hakikate götürmez.

Niyetle yürünen yol, nasiple tamamlanır. Ve günün sonunda kendimize sormamız gereken tek soru şudur:

Kime nasıl baktım? Ve baktığımı kalbimde nereye koydum?

Bugün sahte bir düzenin içindeyiz. Zaman ayırmanın, tebessümün çıkarla ölçüldüğü bir çağda yaşıyoruz. Selamlar mecburiyetten, nezaketler hesaptan ibaret.

İşte bu yüzden her fırsatta soralım kendimize:

İdeal insan, kusursuz davranan mı?

Yoksa kusuruna rağmen içtenlikle selam veren, elinden geldiğince güzel kalmaya çalışan mı?

Bir gönül yıktığı zaman, kalbinin inceliğinden onarmaya çabalayan mı?

Yoksa yıktığına dönüp bakmayan mı?

Zira ideal insan, yıktığını onardığı kadar insandır.

İdeal insan, kendisine verilen rolü kusursuz oynayan değil; kusuruna rağmen adaletli, merhametli ve sorumlu olmaya çalışan kişidir.

Kalbini ikna eden, bakışını berraklaştırır; berraklaşan bakış güzelleşir.

İnsan, başını kendinden ne kadar kaldırabilirse, o kadar “ötekini” görür.

Başını kendinden kaldırabildiği kadar genişletir dünyasını, farklılıkları ve hakikati görmeye saygı duymaya çabalar.

Ve bu çabada olanlardır hakikate en yakın insanlar; ötekini anlamaya niyet edip yaklaşabilenler… Saygılar.

 

Yazarın Diğer Yazıları