
Ayetlere hakkını vererek yaşamak gibi bir görevimiz var
Halime Özdemir
İnsan başıboş bir şekilde yaratılmadığı için kendi nefsine veya amiyane tabirle kendi kafasına göre hayatı yaşama hakkına sahip değildir. Dünya, bir nizam üzerine kurulmuştur ve insana düşen de bu nizamı bozacak her şeyden uzak durmasıdır. Dünya, Allah’a aittir. Allah, sahibi ve maliki olduğu dünyanın kuralını kaidesini de kendisi koymuştur. Dünyanın kuruluşundan itibaren kullarına yol gösterecek kitaplar göndererek insana lazım olan her şeyi bu kitaplarda ayan beyan açıklamıştır. Kur’an-ı Kerim de özelde müminler genelde kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlar için bir hayat rehberidir. Rehberin yolundan gitmek de insanın görevidir. Rehberlik, önderlik yaşarken gerekli olan bir sistemdir. Kur’an-ı Kerim de yaşayan başka bir ifade ile nefes alan her Mümin/Müslüman için yol göstericidir.
Hayat, kurallar ve kaideler çerçevesinde yaşandığında anlamlı ve düzgün olmaktadır. Bu çerçevenin dışına çıkıldığında hatalar ve yanlışlar da meydana çıkacaktır. Cenab-ı Allah, “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (En’âm 6/38) buyurmaktadır. Bu sebeple herkes ve herkes, bütün Mümin/Müslüman sıfatına sahip olanlar hayatlarını bu çerçevede değerlendirmek ve yaşamakla mükelleftirler. Bu, Kur’an-ı Kerim’e iman etmenin göstergesidir. Hayatın her safhası için her bir kural açık bir şekilde bildirilmişken insan neye göre yaşamaktadır? Şu ayet hangi Müslümanın gözünden kaçabilir? “Biz sana her şeyi apaçık beyan eden kitabı indirdik.” (Nahl 16/89) O zaman Kitabı nasıl okumamız gerektiğine dikkat etmek zorundayız. Okuduğumuz her bir ayetin hakkını vermek gibi bir sorumluluğumuz olduğunu unutamayız. Veya başka bir ifade ile Kur’an’dan okunmayan her bir ayet için Allah’a nasıl bir hesap vereceğiz?
Kur’an ayetlerini nasıl okumamız gerektiğinin de üzerinde durmak zorundayız. Besmele ile başlayıp Fatiha ile kapağını kapatıp günlük hayatta her bir ayetin hakkını vermekten uzak durduğumuzda okunan Kur’an’ın bir anlamı olur mu? Yüce Allah Kamer Suresi’nin yakın aralıklarla olan ayetlerinde bize hep aynı şeyi soruyor: “Andolsun biz, bu Kur’an’ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan yok mu?” (Kamer 54/17, 22, 32, 40) O zaman Kur’an, hem düşünerek hem de akabinde öğüt alınacak şekilde okunmalıdır. Aksi şekilde bir okuyuş, mümin için yol gösterici olur mu?
Hangi konuda öğüt alınacak? Hayatta karşımıza çıkan her bir konuda... Çocuk yetiştirmekten aile yaşantısına, akraba ilişkisinden ekonomiye, miras paylaşımından komşu ilişkisine, çalışma ahlakından uyku düzenine kadar aklınıza gelebilecek daha doğru bir ifade ile bir insanın karşısına çıkabilecek her konu kerim kitapta yer ediyorken Müslüman ne zaman yönelecek kitaba? Öldüğünde mi? Cenazede mi? Kandillerde mi? Şu asla unutulmamalıdır: Kur’an, yaşayanlar içindir.... Ve “Yemin olsun ki biz bu Kur’an’da her konuyu çeşitli üslup ve misallerle tekrar tekrar açıkladık. Ne var ki, insanların çoğu yine de inkarda ayak dirediler.” (İsrâ 17/89) İşte bu emir yok sayıldığı için, göz ardı edildiği için insan hayatı karmakarışık hale geliyor. Çünkü insan, sahibi olmadığı dünyanın kuralını kendi koymaya meylediyor. Bu ise daha büyük yanlışlara sebebiyet veriyor. Ayetlerin inkarı ve yok sayılması, hayatı zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. İnsan acaba gururundan mı kibrinden mi yoksa şeytana dost olduğundan mı bilinmez illaki inkara koşuyor ve ayetlere ayak diretiyor. Ne acı...
Kur’an, Peygambere itaati emreder ve ister. Mümin de her konuda Peygambere tabi olmak zorundadır. Bu imanın da bir gereğidir. O halde Kur’an konusunda Hz. Aişe’ye kulak verelim. Rasulüllah’ın vefatından sonra Hz. Aişe’ye “Onun ahlakı nasıldı?” diye soruyorlar. Bunun üzerine müminlerin annesi; “Siz hiç Kur’an okuyor musun?” diye soruyla cevap veriyor. “Evet” cevabı üzerine “Allah’ın Elçisi’nin (SAV) ahlakı, Kur’an’dı.” (Müslim, Müsâfirîn, 139) diyerek çok önemli olan konuya nokta koyuyor adeta. O zaman insanın ahlakı Kur’an olmak zorunda. Yani Kur’an’dan mahrum bir hayat, hele hele okunduğu halde noksan bir hayat peygamberden de dinden de bihaber olmaktan başka bir şey değildir.
Kaç kişi bu şekilde Peygamber ahlakıyla ahlaklanmaya ve yaşamaya çalışıyor? Veya yaşamak için öğrenmeye çalışıyor? Okuduğumuz kitabın hakkını vermedikçe okuduklarımız da bize şahitlik eder mi acaba? Allah’ın Peygamberinde bizim için güzel örnekler olduğuna göre bu örnekliği yok sayamayız. Şunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız ki; “Sözlerin en doğrusu, Allah’ın Kitabı; hal ve tavrın en güzeli ise Muhammed’in hal ve tavrıdır…” (Nesâî, Îdeyn, 22) Genç-ihtiyar, kadın-erkek her bir mümin Allah’ın kitabını ve Allah’ın son peygamberini okumak ve örnek almak ve dahi yaşamakla mükelleftir, zaruridir ve bu hayatî önem taşımaktadır. Yolunu şaşırmak istemeyen Allah’ın kitabını yaşamak zorunda olduğunu bilmek zorundadır.
Her mümine düşen sorumluluk, ben nasıl yaşamalıyım sorusunu kendisine sormasıdır. Bu sorudan mahrum kalmak, kişinin Müslümanlığına zarar vermektir. Kaç kişi bunu ister ki? Artık Kitabın emirlerini ve yasaklarına dikkat etmek ve hayatı ona göre yaşamak zorunda olduğunu fark etmek zorundadır. Bu Müslümanın şaşırmasının önüne geçecek olan en büyük etkendir. Hz. Peygamber (SAV) bu gerçeği şu hadisiyle bizlere bildirmiştir: “Size öyle bir şey bıraktım ki ona sıkı sarılırsanız sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı!” (Müslim, Hac, 147) öyleyse Kitabı açıp ilk emrin gereği olarak “okumak” ve dahi “düşünmek” ve dahi “yaşamak” ve dahi “öğüt almak” zorundadır her bir Müslüman.
Yolunu şaşırmadan devam etmek isteyen Allah’ın ayetlerine dikkat kesilmesinin zamanın gelip geçtiğini görmesi gerekir. Allah’ın ayetlerini öğrenmeden ve yaşamadan geçen ömürden giden her bir gün ziyandır Müslüman için. Keyfiyeti bırakıp dosdoğru yola girmek için çabalamak vakti gelmedi mi? Kısaca Allah’ın ayetlerine hakkını verme vakti geldi de geçiyor.