
Allah Ve Rasulü Hüküm Verdiyse Siz Kimsiniz?
Halime Özdemir
İnsan, her konuda ama her konuda “ben” diye başlayan cümlelerin sahibi olarak yaşıyor bu çağda. İnsan o kadar çok sınırını/haddini aşıyor ve insan olduğunu unutuyor ki Allah ve Rasulüne ait konularda ve durumlarda dahi bu cümleler ağzından hemencecik çıkıveriyor. Oysa insan kul yani itaat eden ve emre boyun eğen olması gerektiğini fark etmesi gerekirken o, adına özgürlük dediği ve “benim hayatım” diye methiyeler düzdüğü yaşam çizgisinde adeta nefsinin esareti altına girerek ömür tüketiyor.
Modern zamandaki insanın en bariz özellikleri arasında, “bana göre, benim için, ben şimdi bunu tercih ediyorum/etmiyorum” gibi söylemler yer almaktadır. İnsan, adı üstünde hep nisyana düşerek ne olduğunu ve ne olmadığını, nerede susup nerede konuşacağını, nerede itaat edip nerede kendisi olması gerektiğini bilmeyince insana ait olan sınırları da ihlal etmiş oluyor. Oysaki pek çok ayette bu konudaki emir, kat’idir: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin …” (Muhammed 47/33) İnsan, bırakın eylemleri söylemleriyle dahi farzı terk ettiğinin bilincine bile varmadan konuşur da konuşur, yaşar da yaşar ona söz hakkı verilmediği halde. Bu konuşmaları ve davranışları, onun amellerinin boşa gitmesine (Muhammed 47/33; Teğabün 64/12) sebep olur da bunun farkına dahi varamaz. İnsan için bu ne üzücü bir hal!
Peki ama Allah bu konuda insana neden hak vermemiştir bilir mi insan? Bilmez… . Çünkü bu dünyanın sahibi tektir ve o da Allah’tır. Rabbimiz Teala bu durumu, “Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin hükümranlığı Allah’a aittir. O her şeye kâdirdir.” (Mâide 5/120) ayeti gibi pek çok ayette bildirmiştir. Bundan dolayı insan, hakkı olmayan bir konuda konuştuğundan ve ona sorulmayan bir şekilde hareket ettiğinden olsa gerek, sahibi ve maliki olmadığı bir alanda boş yere söz edip davranışta bulunduğu için amelleri de boşa gider. Çünkü insan kendisine söz hakkı verilmeyen bir mevzuda kendisini “karar merci” zannederek nefes alıp verir. Bu durum, özellikle haramları helal sayma noktasında gün yüzüne çıkar. Gerek ibadetlerde gerek ahlaki konularda kısaca hayat serüveninde nefsinin ona hoş gösterdiği ama Rabbinin ona yasakladığı veya farz kıldığı konularda kendi bencilliğine/nefsine tabi olarak ömür tüketir. Ve genel söylem şu şekilde vuku bulur: “Henüz hazır değilim, henüz bu farzı yerine getirmeyeceğim, henüz bunu terk edecek gücüm yok, benim de günahım bu olsun.” Bu ve bunun gibi söylemler, itaati yok saymada en bariz örnekler arasında yer alır.
Hâlbuki ne yapmamız veya ne yapmamız gerektiği konusundaki ayet, açık ve nettir. Eğer Kitaba imanımız var ise. “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzâb 33/36) İlk yapmamız gereken şey, imanımızı kontrol etmek. Çünkü “mü’min erkek ve mü’min kadınlar” diye özellikle imana vurgu yapılmış bir ayet var karşımızda. Ama müminler, Allah’ın emrettiklerini değil de kendi tercihlerini yaşarken emirlere ve yasaklara sözle olmasa bile eylemle itiraz edip keyfince yaşadıkları zaman acaba imanlarıyla mı imtihan edilmektedirler? Ayeti tekrar okuduğumuzda şunu görmekteyiz ki hüküm, Allah ve Rasulüne ait iken biz kimiz ki tercihimize göre bir hayat yaşamaya kalkışıyoruz? Tercihte bulunma hakkımız olmadığı halde bizi tercih yapmaya sevk eden hangi mantık, hangi akıl? Ve bunun sonu, Allah ve Rasulüne isyandan başka nedir? İnsan keşke bir fark edebilse… İnsan, doğru yoldan saptığını fark edemeyecek kadar nefsinin esareti altına giriyor ama bunu akledecek kapasiteye sahip olmadığını da maalesef fark edemiyor.
Peki ama müminlerin ne yapması gerekir? Hiç düşünmeye ve aramaya gerek kalmadan kerim kitapta bulalım cevabını. Ne buyuruyordu yüce Allah? “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Söylediklerini işitip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin!” (Enfâl 8/20) Emre sağır olarak yaşanılan bir hayat, müminin hayatı olamaz. Şu çağda hiç kimse ama hiç kimse bilmediği veya işitmediği için isyan edip emri çiğnemiyor. Aksine bile isteye Allah ve Rasulü’nden yüz çevirip kendi dünyasını kendi kurallarıyla kuruyor.
Bize ne yapmamız gerektiğini en ince ayrıntısına kadar haber veren kitaba bakma vaktimiz ne zaman gelecek? Her bir ayet-i kerime, hayatın nasıl yaşanılması gerektiğini en ince detayına kadar bildirirken ve Allah, insanı o sorumluluk yaşına ulaştırmışken insan kendisine verildiğini düşündüğü hangi sıfatına binaen “hazır değilim” diye itirazda bulunuyor acaba? Oysa hazır olma vakti, sorumlu olma yaşı yani ergenlikle başlayan bir süreç değil mi? Yoksa çağın yine önemli bir söylemi olan “herkes hissettiği yaştatır” cümlesine binaen herkes daha 8-10 yaşını mı geçmedi? Yoksa insan büyümeyi mi kabul etmiyor, bilinmez…
Ve şu ayet-i celile, bugünkü yazının özeti mahiyetinde olsun: “Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman onlara uyun. Şunu bilin ki Allah kişiyle kalbinin arasına girer. Sonra hiç şüphesiz, hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfâl 8/24) Allah’ın emirleri ve yasakları, bizim hayatımızı düzenleyip bizi ki cihanda da aziz edecek şekilde bize bildirilmiştir ve bu şekilde bu kural ve kaideler, bize can verecek şeylerdir. Ve onlara tabi olduğumuz zaman hayatımız anlamlı ve yaşanılır olacaktır. Her şeyin merkezi noktası kalp iken ve kalpler halden hale çevrilirken kalbimizde olanı kalbimizin sahibinden sakladığımızı mı zannediyoruz? İstesek de istemesek de yaşadığımız hayatın hesabını vereceğiz ve istesek de istemesek de huzur-u ilahide toplanıp aldığımız nefesin hakkını en ince ayrıntısına kadar yazdırdığımız kitabımızı okuyacağız. O zaman tekrar soralım: Allah ve Rasulü bir konuda hüküm/karar verdiyse insan kim oluyor da ben diyerek itiraz edip kendi kurallarıyla kendi tercih ettiği hayatı yaşıyor? Sahi siz kimsiniz?