
Çoklukla Övünmek Mezarlara Kadar Devam Edecek
Halime Özdemir
İnsanoğlunun dünyada kendisini üstün görüp övündüğü şeyler, her zamanda ve her zeminde var olmuştur ve var olacaktır. Bu övünme sebepleri; birileri için mal, birileri için oğullar, birileri için güzellik, birileri için servet, birileri için katlar, evler, birileri için nüfusunun çokluğu, birileri için yaşadığı şehir, birileri için başarı vb’dir. Bu durum, ne bu dönemin insanına mahsus bir özelliktir ne de sadece geçmişte vardı diyeceğimiz bir konudur. Her dönemin insanı, kendisine bahşedilen nimetleri başkalarına karşı bir övünme vesilesi kılarak “çokluk sebebi” olan şeylerle kendisini farklı ve üstün görmüş ve bunu da göstermeye çalışmış ve çabalamıştır. Temel çokluk şeyleri sayılan nimetler, her zaman için aynı iken her dönemin kendine mahsus ayrıca övünme özellikleri de mevcuttur. Mesela günümüz dünyasındaki çokluk sebeplerinden biri; takipçi sayısı, beğenme-tıklanma rekoru gibi gerçekte tanış olunmayan insanların sosyal mecralardaki sırf merakla başlayan takip edilme isteğinden doğan övünme konuları ve araçlardır. Günümüzde bu durum, gencinden-yaşlısına, kadınından-erkeğine bu üstünlük aracı olarak gösterilen bir gerçektir. Maalesef…
Övünme; “bir kimsenin, mal ve mevki gibi kendi varlık bütünlüğünün dışındaki değerlere ve imkanlara sahip olduğu için kendini övmesi” veya “kişinin kendisinde yahut ailesinde bulunan üstünlükler, şan ve şeref dolayısıyla övünmesi, böbürlenmesi” şeklinde tanımlanır.
İslam’dan önceki dönem olan Cahiliye Çağı’ndaki insanların en temel özelliklerinden biri, övünmeleridir. Hatta Câhiz, övünmeye en düşkün millet olarak Araplar’ı gösterir. O dönemde insanlar, “yiğitlik, mertlik, cömertlik ve zeka gibi üstünlükleriyle, kendi kabilesinin asaleti, cömertliği ve cesareti, hatta saldırganlık ve kan dökücülüğüyle övünür, aynı şekilde başkalarını yermekten de büyük bir zevk alırdı.” Bu dönemde de yine bu hasletler temel övünme meseleleridir.
Câhiliye Arapları mal, evlat ve akrabalarının çokluğunu, soylarının asaletini şeref sebebi sayar ve buna öylesine önem verirlerdi ki mezarlıklara gider, ölmüş akrabalarının kabirlerini gösterir, onların çokluğuyla da övünürlerdi. Şu ayet-i kerime bu durumu bildirmektedir: “Çoklukla övünme yarışı sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı. Hayır yakında anlayacaksınız. Hayır, hayır! Elbette yakında anlayacaksınız. Hayır! Keşke kesin bilgiyle bilmiş olsaydınız. Yemin olsun, cehennemi mutlaka göreceksiniz. Sonra kuşkusuz onu gözünüzle ayan beyan göreceksiniz. Nihayet o gün nimetlerden elbette sorguya çekileceksiniz.” (Tekâsür 102/8) Bu dönem insanının Câhiliye Çağı insanından bir farkı var mı acaba? Pek bilemedim… Ama beni düşündüren bir diğer konu, bizi övünmeye götürecek kadar Rabbi unutturan her bir nimetin hesap gününde bize sorulacağı gerçeği. O halde nimet olarak lütfedilen ve bizi Cahiliye Çağı’na kadar geri götüren her şey, aslında bizim için büyük bir imtihan vesilesi olarak gün yüzüne çıkmaktadır.
Peki ama insan neden bu kadar çok övünür? Onu övünmeye götüren şeylerin sahibi olarak sadece ve sadece kendisini gördüğü için mi? Yoksa kendisinin diğerlerine karşı mükemmel ve üstün vasıflarla var olduğunu zannettiği için mi? Neden diye düşünürken aslında bunun insanın yaratılıştan getirdiği bir özelliği ve bundan dolayı övünme duygusunu törpüleyip yok etmeye çabalamadığından başka bir ifade ile onu beslediğinden bu özellik onunla mezara kadar gittiğini düşünmekteyim. Yüce Allah insanın bu özelliğini şöyle tanımlıyor: “Eğer başına gelen bir sıkıntıdan sonra ona bir nimet tattırırsak, “Kötü durumlar benden uzaklaşıp gitti.” der. Artık onun bütün yaptığı sevinmek ve övünmektir.” (Hud 11/10) Ah insan! Neden bu kadar övünürsün ki? Sen onun sadece emanetçisi olduğun halde neden malikiymiş gibi kendini günah çukuruna atarsın?
Şu da bir gerçektir ki, dünya insan için övünme yeridir. Bu çiğ tarafını törpüleyip mütevazı olanlar kazanacaktır. “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.” (Hadid 57/20) Övündüğümüz her şey yok olup gidecektir. Toprağın altına girildiğinde hatta bazen daha dünyada iken o övünülen ve insanı kibre götüren bütün nimetlerin solup gideceğini bildiğimiz halde kendimize neden dur diyemiyoruz?
Müslüman, övünme yarışına giremez. Müslüman, kendisine bahşedilen ama başkalarına bahşedilmeyen özelliklerden dolayı diğerini küçük göremez. Ne kendisi üstündür ne de muhatabı kendisinden aşağıdadır. Şunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir ki, hepimiz Adem’in çocuklarıyız ve Adem de topraktan yaratılmıştır. (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 111) Ve dönüş de toprağa olacaktır.
Hz. Peygamber’in şu hadislerine de dikkat kesilmek zorundayız: “… Birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin. …” (Müslim, Birr, 28) ve “Birbirinize karşı alçak gönüllü olunuz, kimse kimseye karşı övünmesin.” (Müslim, “Cennet”, 64) Peygamber’e itaat etmek farz olduğuna göre bu emre aykırı davranan da itaat sınırını aşmış olmaktadır.
Bu çoklukla övünme mevzusu, sadece yaşça büyük olanlara mahsus bir durum değildir. Bu, özellikle çocuğa aileden geçmekte ve çocukla birlikte övünme hırsı da büyümektedir. Bundan dolayı küçük yaşlardan itibaren bundan vazgeçmek için çabalamak en doğru olanıdır. Lokman (as)’ın oğluna yaptığı şu tavsiyeyi her anne-bana evladına yapmakla da mükelleftir: “İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez.” (Lokman 31/18)
İnsanı üstün yapan şey ne okuduğu okuldur, ne kazandığı paradır, ne takipçi sayısıdır, ne sahip olduğu malları ve evlatlarıdır, ne yazdığı kitaplarıdır, ne de maddi olarak Allah’ın ona bahşettiği hiçbir şeydir. İnsanı üstün yapan tek şey; Yüce Allah’tan ne kadar korktuğu, O’na ne kadar sığındığı, ne kadar itaat ettiği ve O’nun rızasını elde etmek için ne kadar çaba gösterdiğidir. Yani takvaya sarılan kişi iki cihanda da üstün olacaktır. Gerisi ise insanın kendisini oyaladığı teferruata dair konular ve eğlencelerdir. Mezarlara varıncaya kadar çoklukla övünüp kendisini kandıranlara kolay gelsin…