Halime Korkmaz

Şimdiki Nesil Böyle

Halime Korkmaz

Son yılların en gözde cümlesi; “şimdiki nesil böyle.” Bu söz dizisi, insanın hoşnutsuzluğunu ve çaresizliğini dillendiren ama elinden hiçbir şey gelmediği için de kabullenişini gösterdiğinin bir alametidir. İnsan, kendisini aciz hissettiği zaman olan bitenin sorumluluğunu kendisine yüklemektense mevcut durumu başkalarının üzerine atarak savunma mekanizması geliştirip kendisini temize çıkarma potansiyeline sahiptir. Çünkü bu en kolay olanıdır. Bu, insan için kendisini haklı çıkarma durumudur. Bu duygu, insanoğlu için Adem’den bu tarafa hep aynıdır. Çünkü insan Ya Habil ya Kabil olmayı seçerek yaşar dünyasını. Sadece zamanlar ve zeminler değişiktir.

Evet, her nesil normalde hep kendisinden önceki nesilden farklı olmuştur ve olacaktır da. Bu, hiç şüphesiz dünyanın kuralıdır. Fakat bu neslin diğer bir farkı da her şeyi kendilerinin bildiği zannı ve her yaptıklarının doğru ve tartışılmaz olduğu düşüncesinin zirvede bulunma gerçeğidir. Akla, bilgiye zerre kadar önem vermemeleri yanında hiç görmedikleri ve dahi görmek istemedikleri görgüye uzak olarak boya çekiyor olmaları da ayrı bir gerçektir. Ebeveynlerin de bu durumdan bazen memnun oldukları da başka bir gerçektir. Çünkü bu suretle sorumluluklarından kaçabilmektedirler. Diğer taraftan hoşnut olmasalar da kendilerine kulak vermekten uzak bir neslin varlığı da başka bir gerçektir. Bu durumda benim aklıma Lokman (AS) gelir. Lokman’ın (AS) evlatlarına yaptığı tavsiyeler, her anne-babanın bilmesi gereken yöntemleri barındırır bünyesinde. Nesilleri kendi hallerine bırakmadan gerçekleştirilen öğrenme sürecinin önemine dikkat çekilir.

Lokman (AS), kendisinden sonraki nesline yani oğluna dünyada nasıl yaşaması, neler yapması gerektiğine dair nasihatlerde bulunur. Yani neslini başıboş bırakmaz. Bu tavsiyelerden şu anlaşılmaktadır ki, her nesil kendisinden sonraki nesle öğüt vermekle mükelleftir.

Lokman’dan (AS) örnekle evlatlara neler tavsiye edilmesi gerektiğini şu ayetlerden öğreniyoruz:

“Sevgili oğlum! Allah’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır.” (Lokmân 31/13) İlk tavsiye; çocuklara Allah’ın birliği ve tekliğini idrak ettirmek. İnsanın dünyada bulunma gayesi; Allah’ın tek ve bir olduğuna inanmak ve kulluğunu yaşamaktır. Her ebeveyn, çocuğu eğriyle-doğruyu ayırt etmeye başladığı andan itibaren ona Allah’ı anlatmak zorundadır.

“Biz insana anne babasıyla ilgili öğütler verdik. Annesi, güçten kuvvetten düşerek onu karnında taşımıştır; çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bunun için (ey insan), hem bana hem anne babana minnet duymalısın; sonunda dönüş yalnız banadır.” (Lokmân 31/14) İkinci öğüt, insanın sahip olduğu nimetlere şükretmesi ve onlara iyilik yapması. Yani vefa öğretilmeli evlatlara. İyiliğe karşılık kötülük yapılmaması gerektiği öğretilmeli. Öncelikle insana en büyük iyiliği yapan Allah’a sonra da ona hakkı geçen ana-babasına iyilikte bulunması, lütfetmesi öğretilmelidir. Bizim ülkemizde bu; “hakkımı helal etmem, sütümü helal etmem” şeklinde her şeyi mübahlaştırarak yaptırma ve kesinkes “mutlak itaat” eğilimi şeklinde yanlış bir yöntem uygulandığı da bir başka gerçektir. Ve dünyanın sonunun bitip Allah’a dönüleceği gerçeği. Hiç unutulmaması gereken de bu aslında. Dünyanın sonsuz olmadığı insanın da sonlu olduğu gerçeğini hatırdan çıkarmadan kendisine bahşedilen her nefesin hesabının sorulacağının hatırlatılmasının önemine dikkat çekmek de başka bir gerçektir.

“Eğer anne baban, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa bu durumda onlara uyma ama yine de onlara dünyada iyi davran; yüzünü ve özünü bana çevirenlerin yolunu izle. Sonunda dönüşünüz yalnız banadır. O zaman yapıp ettiklerinizin sonucunu size bildireceğim.” (Lokmân 31/15) İkinci gerçek ise bir babanın evladına nasihatinde haktan ve adaletten doğruluktan ayrılmamayı öğretmesi. Her ne kadar anne-baba da olsa kendisini yanlış yola sevk ettiklerinde onlara uyulmamasının öğütlenmesi. Bizim gibi geleneksel toplumlarda anne-babaya asla yanlış diyemeyenlerin bu ayetten nasıl bîhaber oldukları da ayrı bir gerçek olarak hayatımızda yer etmektedir. Anne-babaların yanlış yola yönlendirmesi karşısında neslin, Allah’ın yolundan şaşmaması gerçeği. Hangi anne-baba çocuğuna bunu diyebiliyor? Bilmiyorum…

“Lokmân, “Sevgili oğlum” (dedi), “Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah onu açığa çıkarır. Kuşkusuz Allah her şeyi bütün gizlilikleriyle bilir, O her şeyden haberdardır.” (Lokmân 31/16) Allah’ın gizlide ve aşikarda her şeyi bildiği ve gördüğü gerçeği, evlada anne-babanın vereceği en önemli öğütlerden biridir. Zira hiçbir şeyin Allah’a gizli kalmayacağının öğretilmesi, insanı hayatı boyunca doğruluktan ayırmayacak en büyük zenginliktir.

“Yavrucuğum, namazını özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir.” (Lokmân 31/17) Bir diğer nasihat ise, ibadetler konusundadır. Her anne-baba çocuğuna ibadetleri öğretmekle yükümlüdür. Diğer taraftan her ebeveyn, iyiyi emretmek ve kötülükten sakındırmak için çabalamak zorundadır. Bugün pek çok çocuk, anne-babanın rızası için kötü işlere imza atmaktadır. Yani bilerek ve isteyerek evlatlarının kötü olmalarını emreden anne-babalar da az değildir. Bir diğer ders ise, hayatta insanın başına her şey gelebileceği ve bu olaylar karşısında sabırla sebat etmek gerektiği öğüdüdür. “Öldüm-bittim-yıkıldım” naralarıyla çevrelerindeki insanları bedbaht etmeye hiç kimsenin hakkı olmadığının da öğretilmesi bir başka nasihattir.

“Gurura kapılarak insanlara burun kıvırma, ortalıkta çalım satarak yürüme; unutma ki Allah gurura kapılıp kendini beğenen hiç kimseyi sevmez.” (Lokmân 31/18) Bir ebeveynin evladına vereceği diğer bir öğüt de gurur ve kibirden uzak durmasıdır. İnsanın yürüyüşünde, oturuşunda, “efendi” olması gerçeği de önemli bir konudur. Modern çağın insanında en büyük hastalıklardan biri de “egosunu” üst seviyede görmesidir. Yani kibir hastalığı, şeytana özgü bir özelliktir. Evladını seven her anne-baba, evladını şeytanın yolundan uzak tutmakla görevlidir. Diğer bir nasihatte ise yaşadığı müddetçe Allah’ın seveceği bir işler yapmaya gayret göstermesi gerektiğidir.

“Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini yükseltme; çünkü seslerin en çirkini eşeğin ­anırmasıdır.” (Lokmân 31/19) İnsanın toplum içerisinde yürüyüşündeki tevazusundan konuşma esnasında sesindeki yumuşaklığa kadar göstereceği her üslubu öğretme de anne-babaya düşen bir görevdir.

Bu öğütlerde bir diğer dikkat çeken unsur, Lokman’ın (AS) oğluna bu tavsiyeleri verirken gösterdiği kibarlık ve nezaket üslubudur. “Oğulcuğum” diye başlayan hitap cümlesindeki nezaket, her anne-babanın nasıl bir üsluba sahip olması gerektiğinin de göstergesidir. Din, insana sözlerinde ve fiillerinde kaba saba olmayı men eder.

Bu ayetlerden şunu öğreniyoruz ki, “bu devir böyle” diye bir gerçeğin olmadığıdır. Olsa olsa ebeveynlerin vazifelerini yapmaktan uzak durmak suretiyle çocuklarına ayıracak mesailerini başka şeylere yatırım yapmak suretiyle geçirmiş olabilecekleri de ayrı bir gerçektir. Çünkü hiç kimse, evlatları kendi hallerine bırakma gibi bir lükse sahip değildir. Kaba bir tabirle “saldım çayıra Mevla’m kayıra” anlayışı bir Müslümanın yapacağı bir eylem olamaz. Belki de çocukları bu hale getiren anne-babadan başkası değildir, kim bilir? Kısaca anne-baba olmak, büyük sorumluluktur ve şimdiki neslin böyle olmasında en büyük pay da her anne-babaya sorulacak en büyük sorudur. Kim bilir?

Yazarın Diğer Yazıları