
Tipik Bir İdareci Profili
Burhan Karagöz
İnsanları; "Bir iş kursam, patron olsam seni yanımda görmek ister miyim, senle çalışmak ister miyim, seni çalıştırmak zorunda kalır mıyım?" diye sorgulayacaklarım; "İş kurdum, ortağım olur musun?" diye teklif edeceklerim ve son olarak da "Senle şöyle şöyle bir iş kuralım dostum!" diye ikna edeceklerim tarzında üçe ayırdığı günün ertesi sabahıydı. Zaman: İlişi’nde, aile efradına ve tüm çalışanlarına verdiği kahvaltının sonlarına doğru.
“Peki Hatice Hanım, dedi dünürüm; sana bunu soran, ne zamandır bizle çalışıyor?”
“Anlamadım! Süre ne alaka? Belki de açıldık açılalı bizle beraber. Yani bir yılı aşkın, belki de… No’ldu ki???”
Cevap vermedi eşine Şenol abi. Bana yönelmişti çünkü:
“Hocam; 2012’de Amerika’dan döndüm. Orada bir şirkette çalışıyorum. Görevim olan işleri yapıyorum. Kimi bayağı yoğunum, kimi de fazla yorulmuyorum bile, zamanım artıyor.
Sıkılıyorum arkadaş. Yani boş durmaktan sıkılıyorum. Kendime ilke edindim; boşta kaldığım zamanların büyük bölümünde boş boş oturacağıma, araçların içlerini temizlemeye başladım. Aldım elime çöp poşetini, aldım elime ıslak ve kuru bezleri; değişik marka ve modellerdeki işleri bitip de şoförlerince garaja çekilen tüm araçların şoför mahalli dahil kasalarını, içlerini, dışlarını temizlemeye başladım. Mesela sigara içmiş adam, atmış izmaritini yere, o köşede birkaç çubuk kırıntısı, şu bölmede özü çıkartılmış çekirdek kabukları, fındık fıstık parçaları, kirli camlar vb… Bezle de şuralarını sil, buralarını kurula vs… Aslına bakılırsa tüm bunları ilgili sorumlunun (şoförün) yapıp da temiz bırakması lazım gelirdi. Birkaç sefer yaptım ya, erinmiyorum da, mesai dahilimdeki boş zamanlarımı böyle değerlendirir oldum. Seve seve yapıyorum bu işleri, patron dahil kimse de saham dışında olduğundan, “Şurasını şöyle yapsan iyi olur!” da dememiştir.
Aylar böyle geçti.
“Hayırdır inşallah! dedim içimden; bir arkadaş, ‘Patron seni çağırıyor usta!’ Diye seslendiğinde. İşe başladım başlayalı hiç çağırmamıştı. Daha doğrusu, çağırtmamıştım, çağırtmak şöyle dursun, uyartmamıştım bile kendimi. İstem dışı olarak “Acaba bir yerde görevimi mi aksattım!” diye de düşüne düşüne yanına çıktım.
“Buyur patron, beni çağırmışsınız!”
“Mister AYDIN; haftalardır seni kameradan takip ediyorum. Senin dinlenmen dahi çalışman olmuş. Üstelik, bizce, sana, ‘İstirahat vakitlerinde de çalış, boş oturma!’ da demeden, isteğinle, kendine uğraş bulup çalışıyorsun. Takdir ettim seni. Bundan sonra maaşına bu davranışların için fazladan 100 dolar yatırıyorum. Seni onun için çağırdım. Burada çalıştığın sürece de her ay devam edecek bu.” Dedi, beni bayağı bir övdü, onore etti. Zaten birkaç ay sonra da müdür yaptılar şirkete beni.”
Aklıma; Yüksekokulumuzun önceki müdürlerinden Şinasi YOLDANÇIKMAZ’ın: “Yahu önceki görev yerlerimden birinde öyle elemanlarım vardı ki benim; boş kaldıklarında yapacak iş sorarlar, harıl harıl iş ararlardı. Nedendir bilinmez ama, rahat, aval aval, boş boş dolaşmak sıkardı onları. İnanır mısınız hocam, bir iki kişi götürürdü koca fakültenin temizlik, bakım onarım vs. tüm hizmetini. Görevlerini dört dörtlük yaparlardı, kıldan tüyden işler için kendilerine laf söyletmezlerdi. Hatta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; ‘Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.’ Vecizesi doğrultusunda yaşamlarını devam ettirirlerdi.” Sözü geldi. Sohbete damgasını vuran ise, mevcut idarecilerimizden Göksel KARAÇAVUŞ’un yıllar önceki:
“ Duyduğumuza göre bazı kurumlarda ‘O benim işim değil!!! Asla, bu işi ben yapmam, yapamam!!! Bana mobbing uygulayamazsınız!!!’ gibi çamura yatıcı, işi yokuşa sürücü elemanlar varmış. Ayıp, çok çok ayıp! Kulaklarımıza geliyor. Şükür ki bizde yok bu tür at gözlüklü çalışanlar… Tüm çalışanlarımız birbirinden kaliteli.” Sözleri olmuştu.
Hatırladığım kadarını paylaşıverdim ansızın…
Tartışma ırmağının yönü, iş bilen idarecinin çalışanlarını motivesi yönüne yönelmiş gibiydi:
“Bak Hatice hanım, eşine dönüktü çehresi bu sefer; ben buranın patronuysam, ki öyleyim; tüm çalışanlarım, helal yoldan bana para kazandırmanın yollarını bulmalılar, bulmakla da yetinmeyip sahaya inmeli, reklamsa reklam, çalışmaysa çalışma, özveriyse özveri topyekün tümü beni yönlendirmeli, bana ekstradan yardımcı olmalılar. İlla ki benim ‘Şu günden itibaren de şunu şunu yapalım!’ diye dar çerçeveli yönlendirmemi beklememeliler.’ Diye düşünüyorum. Soru sorulur. Ama, soru, insanın aklının da bir göstergesi olduğundan sırf laf olsun diye sorulmamalı. Tüm çalışanlarım, kurum olarak benim, bizim, Aspana Pizza’nın, Aspana Cafe’nin menfaatini her daim öne çıkarabilir nitelikte olmalılar.”
“Öyle değil mi hocam?”
Soru bana sorulduğundan, teyit ettim.
Teyit ettim; çünkü müşteri, birkaç yıldır İnebolu çarşı merkezindeki pizza dükkanlarından, geçen yıl açtıkları Boyranaltı’ndaki yeni iş yerlerinden ve bir yıl sonra İnebolu Belediye Düğün Salonunun alt katındaki cafelerinden hayli memnundu. Sadece yeme içmeden ziyade tüm çalışanların samimi yaklaşımı, hijyen, güler yüz, pratiklik, parayı ön planda tutmayışları vb. gibi unsurlar bu memnuniyetin ekstrası konumundaydı.
“Abi, dedim; otuz üç yılki devlet terbiyemin neticesi bana göstermiştir ki; işi bilme, organize ve ödül, kaliteli bir idarecinin 3 tane olmazsa olmazıdır. Bunlar, üç ayaklı bir sacayağı misali, kemikli ayaklardır, ki sağlam, sapasağlam olmalılar. Ayaklardan biri deforme olursa, kurumun dengesi bozulur, önlem alınmazsa da kurum devrilir…Bu ayaklardan herhangi birinin çalışanlarca yıpratılması, rafa kaldırılması ve dahi somut ve soyut ömürlerinin sonlandırılması gayret ve niyetinde olunduğu işveren temsilcilerince tespit edildiğinde, otomatikman ceza devreye girmelidir. Ama bu da asla malum sacayağının dördüncü ayağı olmamalı, yıpratılmaya, ortadan kaldırılmaya çalışılan ayakların tamir ve tadilatında kullanılan aparattan öteye götürülmemelidir.”
Gerek akıntıya kürek çekici tarzda, gerekse tamamen değişik örneklemelerle bir saate yakın tartıştık, yol yordam belirledik.
Program; hesabın ödenmesinin ardından, gene kahvaltı organizatörü Aspana Cafe ve Aspana Pizza işletmeleri sahibinin ‘Size bir de safari ısmarlayayım, takılın peşime!’ teklifi üzerine; Patika Cafe’den İnebolu Evrenye Köyü’ne, oradan da Çamdalı Köyü ve Armutça mahallelerinin, kafamızı hiç oynatmadan, sadece göz bebeklerimizi sağa sola çevirmek suretiyle doğudan batıya, batıdan doğuya ufku onlarca mil tarayabildiğimiz noktalarında molalar vere vere, öz çekim ve grup fotoğraflarıyla anılarımızı arşivleye arşivleye Adıyaman Çayı’nda son buldu.
İstikamet: Evciler evine, işçilerse iş yerlerine…
Sağ olasınız yeni akrabam, var olasınız muhterem dünürüm…