Burhan Karagöz

Göstergeler

Burhan Karagöz

Her insanın maddi-manevi,  somut-soyut göstergeleri vardır aslında. Bunlar kullandığı alet edevatta, araçlarda, çevresinde hatta vücudunda yer alır da; kimi sırf işine gelmediği için görmek, görse de yerine ve zamanına göre okumak istemez bunları, kimi de hiç mi hiç ihmal etmez, hatta göstergelerine gözü gibi bakar; kim bilir, gösterge üstüne gösterge katar da, kendini, çevresini, kainatı an be an layıkıyla seyreder.

Geçenlerde eşimle Kastamonu’dan dönüyoruz. Camili benzinliğine birkaç kilometre var. Gecenin saat 23 suları. Hızımız da karayolları hız limitleri civarı. 

Şoförlüğe ilk başladığım yıllarda, kulakları çınlasın İnebolu Mecit Çetinkaya Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi (Endüstri Meslek Lisesi)’ndeki branştaşım Yahya hoca, “Hocam, seyir halindeyken 10-15 saniyede bir dikiz aynalarını, tepe ve kulak aynalarını, kontrol et. Sana selektör yakanlar, sollamak için sinyal verenler olabilir” demişti. Yıllardır hafızamdadır. 

Tabi, bazı şeyleri bilmek yetmiyor, uygulamak da lazım. Gözüm arada bir aynalara kayıyor. Bunların yanında, göstergeleri kontrolü de ihmal etmiyorum. Zaten gece olduğu için, ışıktan da belli oluyor gelen giden.  

Bir ara gözüm hararet göstergesine ilişti. Yıllardır mevcut yerinde, sanki çakılı kalmış gibi durmasına rağmen, baktım hızla kırmızıya dayandı. “Hayırdır inşallah!” dedim seslice. Hatuna açıkladım hemen. “Allah (CC) korusun, ama, yanıyoruz galiba hatun!” 

Hemen dörtlüleri yaktım, ayağımı gazdan çektim, hızımı bayağı düşürdüm, sinyal verip freni yoklaya yoklaya onlarca metre ilerdeki sağ cebe girdim. 

Araba rölantide. Tahmini beş dakika böyle kaldı, hararet kendine geldi, gene orta seviyelere dek düştü. Gidilebilir düzeyde. Ancak kaputtan çıkan ince ince duman arka tekerlere doğru da yayılmaya başladı. İndik. Küre Etibakır AŞ’de motor ustası kayınbiraderi aradım. Allah’tan ki telefonum çekiyordu. İstop etmemi istedi. Hareket etmeden önce suyunu ve motor yağını kontrol etmemi, kontrollü bir şekilde gelebileceğimi, istedi. Bayağı bir soğuyunca da baktım ki su da yok, yağ da sıfır. Panik yapmamam gerektiğini vurguladıktan sonra 20 dakika içinde yanımda olacağını hatırlattı. Aslında bagajda  yağ da, su da vardı; “Başka bir arızası vardır, bir de, gece yarısı kendimle beraber hatunu da mağdur etmeyeyim.”  diye “Gel sen, hareket etmiyorum!” dedim. Kaput açık öylece bekledim.

İnebolu’dan gelecekti. 

Olacak ya, beklerken bir çekici geçti yanımızdan, sanki çağırmışız  veya Şeref yönlendirmiş gibi, az ilerimizde durdu, dörtlüler yanık geri geldi; “Geçmiş olsun! Dedi, öylesine geldim yanınıza hocam, isterseniz istediğiniz yere götürebilirim aracınızı!” Tanımasam da, bizim oralıymış.  Şimdilik gerek olmadığını söyledik, teşekkür ettik, ancak kartını almayı da ihmal etmedik. 

Öyle veya böyle bir saat olmasa da bayağı bir bekledik zifiri karanlıkta. Ortada ses seda yok. Geceye tek hakim, çekirge sesleri. Bunların yanında, nadiren de olsa, araçlar öyle bir hızlı geliş-gidiş yapıyor ki, inanın, aracımızın bir dal gibi sallandığına gözümüzle ayan beyan şahit oluyoruz. Oysa bu geçişlerin fazlasını seyir halindeyken de yaşamamıza rağmen, hiç bu kadar ciddi oluşunun farkına varamıyormuşuz meğer.  Rüzgarından, anlık bir ürperme hissi kaplıyor içimizi. Kısa saçlarımın savrulduğuna, sağa sola hareketine şahit oluyorum. Yüzüm, hava bayağı ılıman olmasına rağmen anlık rüzgardan üşüyor adeta. Bazen tırlar geçiyor, yüz otuzun üzerinde seyrediyorlar desem, mübalağa etmiş olmam. Yol müsait, ama, bu kadar da olmaz ki!!!

Bunlar da yetmiyormuş gibi bir ara, bir ala kedi, sağ tarafımızdaki ormanlık alandan miyavlaya miyavlaya bize doğru sokulmaya başladı. Yiyeceği bir şey yoktu arabamızda, verecektik. “Mağdurum!” dedim demesini de, çocukluğumda, o zaman bazı yaşayanlardan dinlediğim gece yarısı siyahlığındaki olumsuz kara kedi hikayeleri belleğimi tırmaladı, neredeyse elli yıl öncesine götürdü beni. Hatunun da “Bu da neyin nesi şimdi?” demesinden, tahminimin okunduğunu anladım.  Allah’tan ki kedi alacaydı. Tekrar mekanına geri döndü. Yakın civarda ev mev de yoktu hani. Kurda kuşa yem olmamıştır inşallah!

İşin bir de yabani ve yırtıcı hayvan tarafı vardı ki, sormayın. Sadece düşündüm, eşimle paylaşmadım: Hemen 2-3 metre aşağıdaki iri kuturlu ağaçların arasından böğüre böğüre, uluya uluya ayı, domuz, kurt vs. çıkıp saldırırsa ben ne yapardım!!! İlla ki kolay kolay yem olmazdık da, korktuğumuza yeterdi. Ancak, araçların nadiren de olsa, hızlıca da olsa yolu boş bırakmamaları, birazcık da olsa ferahlattı içimi… 

Bizim motorcu nihayet geldi. 

Gerekli kontrollerden sonra yağ deposuna yağ, radyatöreyse  su koya koya,  o önde, biz arkada, dörtlüler yanık, İnebolu’ya geldik. Bir gün sonra tekrar hastaneye, babamın refakatine devam etmem gerekiyordu. Tavsiyelere dikkat edip 90 km. yol kat ettim, refakatçimi değiştirdim. İlk fırsatta da sanayiye uğradım. 

Radyatör delinmişti. 

Bana dört bin TL’ye patlasa da, Allah’tan canımızda, sağlığımızda bir şey yoktu. 

Dedim ki işte o zaman; benim hararet göstergem bozuk olsaydı, ibrenin, peşin satan gibi sağa yaslandığını fark etmeseydim ne yapardım; kestiremiyorum şu an!!! 

Hız göstergesi bozuksa kaçla gittiğini bilemezsin. Bozuk yakıt göstergesi seni yarı yolda bırakır.

Yağ, su göstergeleri de hakeza, her birinin önemi çok büyüktür araç için. Bunlar çalışır durumda olsun ki, aracımız hayatımıza renk katsın, hayatımız yolunda gitsin. 

Geçenlerde bir genç gördüm sokakta. Ağzında sakız, elleri cebinde, güle güle, konuşa konuşa gidiyor. Deli mi ne! Mutlaka bir derdi olmalı. Hadi elinin biri kulağında olsa, telefonla konuşuyor dersin. Yok yok, haşa;  elleri cebinde olmasını cebinde de, kulaklarında taa içe yerleştirilmiş hoparlör; muhabbet koyu. Hadi Burhan hoca, sen de bakalım bu gence ‘Deli!!!” diye, vur bakalım yaftayı??? Haşa. İşte dostlar, dünün ‘Kendi kendine konuşanına deli derler!” göstergesi, bu gün kaymış, anlam değiştirmiştir. Teknolojiyi kullanan genç, akıllıca hareket etmektedir. Zamanın göstergelerini iyi okumak, hemen ön yargıda bulunmamak gerekiyor. Gene, kendi kendine, ağlaya ağlaya, bağıra bağıra, hatta küfrede küfrede  bir şeyler diyenler çok günümüzde. Hepsi de insan trafiğinde, hepsi de kalabalıkta kendi halinde bir fert, apayrı bir dünya. Teknoloji işte… Kulaklıkları olanlar kurtarıyor da, olmadığı halde böyle davrananlar!!! Allah (CC) acil şifalar versin. 

Başarının göstergesi diploma, zamanın göstergesi saattir. Her şey saat gibi olabilse keşke; acele etmeden, pili zayıflayıp bitmeden tıkır tıkır akıp gidebilse her şey, yolunda. 

Tüm göstergeler altın gibi değerlidir değerli olmasına da, içlerinde biri vardır ki, değeri, altın’ın, yanında devede kulak kaldığı ölçütte olan NİYETTİR aslında. Derler ya, niyet hayır, akıbet hayır diye. Asla yabana atılacak bir söz değildir. Ne iş yapacaksa Allah (CC) için niyet etti mi, okyanusta sandalla, oltayla dahi balık avlayabilecektir âdemoğlu. 

Diyeceksiniz ki, hiç de mi göstergesiz sonlanan işler yok? Olmaz mı, dolu. Bir SELA VERİLİYOR. Kulak kabartıyorsunuz sebep olana, ağzınız bir karış açık kalıyor. “Daha dün çay  içmiştik kahvede. Nasıl olur da ansızın gidiverir!” demekle yetiniyorlar anca. Sonra da ruhlarına bir Fatiha… 

Gösterge bozukluğunu gizleyenler de var hayatta. Geçen yıllarda bir arkadaşın  babası rahmetli oldu. “Neyi vardı abinin?” dediğimizde, “Hiçbir şeyi yoktu aslında, görünen. Ancak, bizden gizlediği, birkaç kez de tedavi için gittiği malum hastalığı varmış meğer. Bilmiyorduk ki!” dediler. 

Şu 1380 yıllık gerçeği nasıl okuyalım?  Hazreti Ömer (RA); adaletle hükmetmek, haktan ayrılmamak ve ölümü hatırlamak için bir adam bulmuş ve ona demiş ki; “Her sabah kapımı çalıp, ‘Ölüm var ey Ömer, ölüm var!’ diyeceksin. Ben de sana ücret olarak bir altın ödeyeceğim.” Adam şaşırmış. Ancak iyi bir iş bulmanın sevinciyle her sabah Halife Ömer’in kapısını çalıp, “Ölüm var ey Ömer, ölüm var!” diyerek uyarısını yapmaya ve ardından parasını alıp gitmeye başlamış. O günden sonra da her sabah bu sahne tekrarlanmış ve görenlerin meraklı bakışları altında adamcağız hatırlatmasını yapmaya devam etmiş.

Aradan aylar geçmiş. Hz. Ömer’e ölümü hatırlatmak üzere adam yine gelmiş. Hz. Ömer dışarı çıkmış, ancak bu sefer adamı konuşturmamış: “Al bu ücretini ve git, bundan sonra gelmene gerek yok!” Deyince adam sebebini merak edip sormuş.  Hz. Ömer, “Çünkü bu sabah aynada sakalımda ak bir tel gördüm. Ben her sabah çoğalan ak telleri gördükçe o sözü kendi kendime hatırlayacağım...” diye cevap vermiş. 

Demek ki bu adalet abidesi sahabemiz, göstergeyi zamanında okumuş.

Bel bükülüp, ayakların gitmez olması, dizlerin tutulması, saçın sakalın ağarması, hastalıkların bedenimize inatçı sinek gibi yapışıp kovmaya çalışsak da asla gitmemesi, gider gibi yapıp gerisin geri aynı yere dönmesi, yaşlandığımızın göstergeleri değil mi?

Trafik göstergeleriyle, işaretleriyle oynandığını, onların kasten yanlış yerleştirildiğini bir düşünün hele!!! Yabancısınız, oradan ilk kez geçiyorsunuz, gidiş yönünüz, aksi yönü gösteriyor, hızınız son sürat. Sonuç: Kaçınılmaz hiçlik!!!

Atanmış ve seçilmişlerin göstergeleri,  yaptıkları icraatlardır, seçmenlerdir.

Sabır da bir göstergedir. Ancak bozuk göstergeye sabretmek, onu en kısa zamanda tamir ettirmemek; bireysel olarak, ailecek, devletçe ve milletçe yokluğa, darlığa, darmadağın olmaya yıldırım hızıyla açık çek’tir, davettir. Hele hele milletçe göstergelerimizi, kırmızı çizgilerimizi iyi bilmemiz ve başkalarının bunlarla oynamasına asla fırsat vermememiz gerekmektedir. Türk Milleti sabırlıysa da sabrıyla yapboz gibi oynanmasını asla sevmez. Bu, böyle biline!!!

Örnekleyecek olursak; yıllardır, bizi  Kürt-Türk, Alevi-Sünni, sağ-sol diye ayrıştırdılar, gösterge panellerimizi ya bir daha tamir edilemez halde bozdular, ya yalama yaptılar veya onların genleriyle oynadılar. On binlerce gencimizi, milyonlarca değerimizi kaybettik. 

Tabii ki MERHAMET de belki de değil Ağrı Dağı, Everest tepesi büyüklüğünde millî bir göstergemizdir. Bunu da dış mihraklar, iç maşalarca iyi kullanmasını bildi, merhametten maraz (bela) doğar hale geldi. Neredeyse acıyıp yardım ettiğimiz birey, grup, topluluk, millet, kısaca gizli pazarlıklı herkes, fırsatını bulur bulmaz başımıza bela olur hale geldi. “Keşke yardım etmeseydik!” dediğimiz, gerçekten ihtiyaç sahiplerini de görüp, sırf genelleme yaparak, bunlara yardım edemez hale geldik. Maalesef merhametten maraz doğdu. 

En kısa zamanda, milletçe, sahasında uzmanların çalıştığı “MADDİ-MANEVİ HER TÜRLÜ GÖSTERGE TAMİRİ YAPILIR” adlı iş yeri açmamız gerekmektedir.

Canlı cansız her nesneye merhamet gösterecek kadar halim, bu merhametimizden  maraz doğmasına fırsat vermeyecek kadar da; bedenî, aklî, fikrî, askeri, ekonomik, siyasal, ruhsal, bilek ve yürek açılarından da  mücadeleci, fetih ruhlu, güvenilir, güçlü ve kuvvetli olmalı, yeri ve zamanı geldiğinde, gene kanuni yönden bu güç ve kuvvetimizi uygulamaktan da asla çekinmemeli, bu güçlü insanlık göstergemizi olumsuz yönde kullandırıp bindiğimiz dalı kesme, kendimizi imha yoluna gitmemeliyiz.

Demem o ki dostlar; insan göstergelerini iyi tanıyabilmeli, okuyabilmeli, bunlar bozuldu mu asla tamirini geciktirmemelidir. Belki de Yevm-i Kıyamete yakın, düşmanın bir numaralı silahı, hasmının göstergeleriyle oynamasıdır. Ne başkasının göstergeleriyle oynayın, ne de başkalarının, sizin göstergenizle oynamasına müsaade edin!!! Göstergeniz bozulmasın, niyetiniz bozulmasın!!!

Özetle;  Hud Suresi 112. Ayet’te buyrulduğu üzere, emrolunduğu gibi dost doğru olanların göstergeleri de kalabalık olur ve göstergesi kalabalık olanın hem bunları kontrolü zor, hem de dünyevi ve uhrevi işleri zordur. Maksat da zoru başarmak değil midir ki?  Çünkü yaşam,  zoru başarmakta gizlidir. Zoru başaran kazanır sınavı. Dünyada zaten ne kolay ki! 


 

Yorumlar 4
Recep Gökçen 02 Ekim 2024 11:15

Değeli kardeşim önce selamlar. Gösterge konulu yazını okudum . Bende göstergelerimi bu vesile ile kontrol etme fırsatını buldum. Araçlarımızın göstergeleri ne kadar önemli ise insanların cemaatlerin toplumların devletlerin ve milletlerinde göstergeleri çok önemli. Umarım göstergelerimizin düzenli bozulmasın.

Ahmet Karagöz 01 Ekim 2024 21:30

Çünkü yaşam zoru başarmakta gizlidir... Kalemine sağlık babacığım.

Rischi 01 Ekim 2024 15:18

Güçlü bir sembolizm ve samimi bir dil kullanımıyla dikkat çekiyor. Bir yolculuk hikâyesi aracılığıyla insan hayatındaki maddi ve manevi "göstergelerin" önemini vurguluyor. Göstergeler, burada sadece araba göstergeleri değil, aynı zamanda hayatın anlamını ve yönünü belirleyen işaretler olarak ele alınmış. Anlatıcının günlük dil ve deyimleri kullanması, okuyucuya samimi ve tanıdık bir ton sunarken, derin düşüncelere kapı aralıyor. Dil sade, anlatım ise doğal bir akışa sahip. Yazar, hayatın zorluklarını ve insanın göstergelerini iyi tanıyıp bozulduğunda tamir etmesi gerektiğini öğütleyen evrensel bir mesaj veriyor. Metin, günlük bir olay üzerinden hayatın daha geniş ve derin anlamlarına geçiş yaparak etkileyici bir anlatı sunuyor.

SÜLEYMAN ÇİÇEK 30 Eylül 2024 15:08

Emeğine sağlık kardeşim

Yazarın Diğer Yazıları