Halime Korkmaz

Allah'ın Nimetini Şükürle An Ve Anlat

Halime Korkmaz

İnsanın zenginliği, ne ile ölçülür, ne zaman başlar? İnsanın zenginliği, sahip olduklarını görmeye başlayıp onların Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu anlamaya başladığı an başlar. Görmek için bakan değil gören bir göz ve sahip olduğu şeyin “nimet” olduğunun farkına varılması gerekir. Ah ne güzeldir insanın sahip olduklarını görmesi ve bilmesi. Eskilerin tabiriyle yaşarken, nefes alırken kadir-kıymet bilmektir aslında nimeti görmek. Nimeti gören, bir şeyin daha farkındadır aslında: Nimeti kendisine verenin olduğunu ve O’na şükretmesi gerektiği. Nimeti görmediğinde veya nimetin kıymetini bilmediğinde, nimetin yoksunluğunu yaşamaya başlar ve lakin bu durumun şükürsüzlükten ve görmemezlikten kaynaklandığını idrak edemez. Görmezden duymazdan gelmek veya değer vermemek, nimetin kaybolması için çaba sarf etmek ve hatta kaybolması için antlaşma yaparcasına imza atmaktır. Bir şeye sahip olmak ve ona “benim” demek, nimetin kadrinin başlangıç çizgisidir. Nimetin görünmez olması da nimete nankörlükle başlayan bir süreçtir. Sahip olmak için pek çok şeyden vazgeçen insanı bir müddet sonra benim/bizim dediği şeylere karşı kıymet vermekten mahrum bırakan nedir? Hep kendisinin mi olacağı düşüncesi, hep onda mı kalacağı düşüncesi veya kendisinin vazgeçilmez ve mükemmel olduğu varsayımı mı? Bilemedim...

Allah, dünyaya gönderdiği herkese çeşit çeşit nimetler bahşetmiştir. Maddî ve manevî en çok da değeri maddi olarak biçilemeyen manevî nimetler vermiştir gören bir göze sahip olan için. Öncelikle şunu kabul etmeliyiz ki nimet, sadece elle tutulan ve gözle görülen şeyler değildir. Eş, çocuk, anne-baba, mal-mülk, arkadaş, sağlık, vakit vb. pek çok şey, insana hediye edilen nimetlerin önde gelenlerindendir. Şu bir gerçektir nimet, değer vermek, saygı duymak, incitmekten korkmakla nimettir. İnsanda var olan duygu, “Bu benim ise tepe tepe kullanırım.” anlayışı hayatın herhangi bir evresinde o nimeti kaybetmeyi göze almaktır. Allah, Adem’den itibaren dünyaya gönderdiği her insana her millete nimetler bahşetmiştir. Ve Kur’an’da kendilerine sunduğu nimeti herkesten hatırlamaları gerektiğini hassaten istemektedir. Mesela; “Ey İsrâiloğulları! Size ihsân ettiğim nimetlerimi hatırlayın...”; Mesela; “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın...” ve bütün insanlar hitaben; “Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın ve onlar üzerinde düşünün. ... Öyleyse nasıl oluyor da Allah’tan yüz çevirip yanlış yollara düşüyorsunuz?” Bütün bu hitaplardan anladığımız şudur ki; Allah kullarına verdiği nimetleri düşünmelerini ister. Nankörlük yapmak, yasaktır. Nimeti hayırla yad etmek ve nimeti unutmamak her insanın önemli bir görevidir.

Fakat insanın nimet karşısında maalesef ki nankör oluşu ve kıymet bilmez oluşu da hayatın başka bir gerçeğidir. Hani eskilerimiz bu gerçeği şöyle akılda kalır şekilde ifade etmiştir: “Kel ölür sırma saçlı olur/Kör ölür badem gözlü olur.” O zaman akla şu soru geliyor: Bir kişinin nimet olması için ölmesi mi gerekir? Veya toprağın altında olana verdiğin kıymet, nimete değer vermek midir? İnsanın önce Allah’ı sonra O’nun verdiği şeylere karşı tavrı, imtihandır insan için ama nefes alıp verirken nimeti görmeye yanaşmaz nedense.

O Allah ki size, kendisinden istediğiniz her şeyden verdi. Öyle ki, eğer Allah’ın nimetlerini tek tek saymaya kalksanız, imkânı yok, onları toplu halde bile sayamazsınız. Gerçekten insan çok zâlimdir, çok nankördür.” İnsan!!! İstemek veya istemeyi bilmek neticesinde Allah’ın kullarının isteklerine cevap vermesi gerçeği. Aslında insan her dönemde farklı farklı nimetlere mazhar olduğunu unutmasa Allah’ın ona hangi nimetleri verdiğini de görecek. Ah bu unutmalar! Bu unutmalar neticesinde de en büyük zalimliği en büyük zulmü en büyük nankörlüğü kendisine yapıyor ama görmüyor insan. Bunun önüne nasıl geçebilir diye düşündüğümde şöyle bir fikir geliyor aklıma. İnsan, kendisinin nimet olduğunun farkına varırsa karşısındakinin de nimet olduğunu anlayabilir mi? O zaman insandaki kibir, kıskançlık duygularının yok olmuş olması gerekir bunu anlayabilmek için diye de yazmadan edemiyorum. O zaman insan, insanın özelliklerinin farkına varıp olgunluk evresine vardığında mı acaba nimeti görür desem daha mı doğru olur? Bu sorduğum soruların cevabı da yine ayetlerde karşıma çıkıyor. İnsan kendisine nimet verildiğinde nasıl davranıyor sorusuna da Kur’an-ı Kerim cevap veriyor: “İnsana bir nimet verdiğimiz zaman kibir ve çalım içinde Allah’ı anmaktan yan çizer, hiç umursamaz olur. Başına bir kötülük geldiğine ise derin bir ümitsizliğe düşer.” Nimeti ve onu vereni unutup kendini büyük görme meselesi. Nimet karşısında en büyük zorluk da bu oluyor. Nimet, kişiye kendini büyük gösterme özelliği kattığında, nimetin zenginliği ve hissettirdikleriyle ters orantılı olarak Allah’ı unutturduğunda nimet, nimet olmaktan çıkıyor ve kişiyi dünyada da ahirette de kaybetme yoluna girdiriyor.

Nimet, her zaman şükürle aynı doğrultuda giderse elde kalır. Eğer insan nimete karşı fiili, sözlü bir şekilde şükürden uzaklaştırırsa kulu, hem Rabbinden hem de sahip olduğu nimetten uzaklara götürür. Bu surette kul, kendisini memnun eden şeyi bizatihi kendisi istemediğini göstermiş olur. Halbuki nimet, aslında kişinin Allah’a daha çok teşekkür etmesini gerekli kılmaz mı? Yani hatırlanmayan nimet, kişinin o nimeti elde etmek için daha sonra Allah’a yalvarır duruma düşmesine sebep olur. Ama fırsat elden gitmiştir bir defa. O zaman şunu dememiz gerekmez mi? İnsan, nimete sahip olduğu an, Rabbine en çok yönelmesi gerektiği andır ve sahip olduğu nimeti de cam fanuslardaki kristaller gibi koruyup gözetmesi gerektiği zamandır.

Nimet olarak gördüğümüz şeyleri bir elle tutulup canı-kalbi olmayanlar bir de canı-kalbi olanlar diye bir sınıflandırma yapmayı tercih ediyorum. Mesela bir kişi için araba bir nimettir. Toz kondurmaz, herkesi bindirmez, gözünden sakınır. Bu durum, nimete değer vermektir. Mesela çocuğu, eşi vardır kişinin ama kendisinin olduğunu düşündüğünden ağzına alınmayacak cümleler sarf eder, onlara asla vakit ayırmaz, bir teşekkürü dahi çok görür. Bu da nimete değer vermediğinin göstergesidir. Aslında her iki örnekte de her iki şey de nimettir ve her ikisine de bakış açısı farklı olduğundan nimete karşı tavır da farklılık gösterir. “Benim” dediklerimize karşı tavrımız ile yabancı olanlara ve bizim için nimet olmayanlara karşı tavrımız her zaman farklıdır. Ama hangisi nimettir insan için? “Benim annem her şeyi söylerim, benim çocuğum döverim de severim de, benim karım/kocam tabi ki yapacak, görevi.” diye kendimizden geçtiğimiz ve nimet olarak görmediklerimiz acaba nereye kadar bizim veya daha doğru bir soru bizim mi? O zaman şu ayet-i kerimeyi hatırlatmak istiyorum benim dediğimiz şeyler karşısında insanın yaptıklarıyla alakalı olarak. “Allah sizin için kendi cinsinizden eşler yarattı; eşlerinizden de size evlatlar ve torunlar verdi. Sizi temiz ve hoş nimetlerle rızıklandırdı. Buna rağmen bazıları, asılsız şeylere inanıp, Allah’ın bunca nimetine karşı nankörlük mü ediyorlar?” Burada zikredilen tek bir nimet değil, nimetler silsilesi var. Eşler, çocuklar, torunlar ve hoş olan nimetler. Ve belki de bunlar da dahil hiçbir şeye ehemmiyet vermeyen insanın kendisine bahşedilen nimeti unutup nankör olması!

O zaman son soruya gelelim: Allah’ın verdiği bu nimetler karşısında insan ne yapmalı, nasıl davranmalı? Çünkü bazen insanın nisyan içerisinde olması nasıl davranması gerektiğini hala bilmediğini gözler önüne serebiliyor. Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da Kur’an-ı Kerim ayetleri hayat rehberi olup hayatımızda uyguladığımızda doğru yolu da bulmuş olacağımızın farkına varmamız gerekir.

Bakın bu konuda Allah bizden ne/neler istiyor:

* “Şimdi ey insan! Rabbinin hangi nimetlerinden şüphe edebilirsin?”

* “Allah’ın size verdiği bu büyük nimete teşekkür edecek yerde onu yalanlıyorsunuz.”

* “Rabbinin her türlü nimetini şükürle an ve anlat!”

Bu ayet üzerinde epeyce düşündüm. Zira nimet karşısında sadece şükretmek yetmiyor, o bahşedilen nimetin şükranla anlatılması/dillendirilmesi de isteniyormuş. Yani sahip olunan nimet her ne ise onun dile dökülmesi ve kişinin kendisinin ne kadar şanslı olduğunu önce kendisine sonra da etrafındakilere anlatması gerektiğini anlıyorum.

* “O gün, bütün nimetlerden kesinlikle hesâba çekileceksiniz!”

Ve can alıcı nokta: Her sahip olunan nimet, aslında yevmü’l mahşerde bizim için sorgu ve sual olacak ve bize nimete karşı yaptığımız/yapmadığımız her şey hesap olarak geri dönecektir. Her neye sahipsek bizim için belki de ahirette hesabının zorluğu sebebiyle kaçınılacak bir durum meydana getirecektir. Bundan kurtulmanın yolu da nimetin nimet olduğunu fark ederek ona karşı nankörlükten uzak durmak ve hayatta iken onun hakkını görmek ver vermektir. Ve nimetin, Allah’ın kula bir hediyesi olduğunu bilerek hiç olmazsa hediyenin sahibine olan saygıdan dolayı nimetin kıymetini bilerek hayat sürmek ve sürdürmektir.

Yazarın Diğer Yazıları