Doğanın Sessiz Çığlığı: İnsanlığın Sorumluluğu
Misafir
Sevgili 2040,
Bu mektubu 2024’ten, umutların ve endişelerin bir arada yaşandığı bir zamandan yazıyorum. Bugün, doğayı anlama ve koruma çabalarımızın yeterince güçlü olup olmadığını sorgularken, gelecekte bu çabaların bir fark yaratıp yaratmadığını merak ediyorum.
İlk insanlar, doğayı hem hayranlık hem de saygıyla anlamaya çalıştılar. Güneşin doğuşu, yağmurun gelişi ya da bir fırtınanın gücü, onların gözünde kutsaldı. Doğa, bir gizem olduğu kadar bir öğretmendi de. İnsanlar, hayatta kalabilmek için onun döngülerini çözmeye, ritimlerine uyum sağlamaya çalıştı. Ancak, ne yazık ki bu anlayış zamanla yerini sahiplenmeye ve tüketmeye bıraktı.
Doğa, insanlığın başlangıcından itibaren bir ilham kaynağı oldu. İlk filozoflar da bu ilhamla, doğanın temel ilkelerini ve işleyişini anlamaya çalıştılar. Eski Yunan filozoflarından Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, doğayı anlamak için akılcı bir yol izlediler. Onlar için doğa, gözlemlenmesi ve anlamlandırılması gereken bir sistemdi. Ancak, 17. ve 18. yüzyıllarda yükselen antroposantrizm (insan merkezcilik), bu anlayışı değiştirdi. İnsan, evrenin merkezi hâline gelirken, doğa yalnızca bir “kaynak” olarak görülmeye başlandı.
Sanayi Devrimi, bu anlayışın doruk noktası oldu. Fosil yakıtların aşırı kullanımı, ormanların tahribatı ve kontrolsüz kentleşme, doğanın dengesini hızla bozdu. O zamandan bu yana insanlık yalnızca üretmeye ve tüketmeye odaklandı. Ancak, bu yaklaşımın bedelini şimdi çok ağır ödüyoruz.
Bugün doğanın bize gönderdiği mesaj oldukça net: Dengeler bozuldu. İklim değişikliği, kaybolan türler ve tükenen kaynaklar, insanlığın doğaya olan saygısızlığının sonuçları. Fakat hâlâ bir umut var. Eğer doğaya olan sorumluluğumuzu hatırlar ve harekete geçersek, bu yazının gönderildiği zamandan çok daha farklı bir gelecek mümkün olabilir.
Bugünden size bir umut mektubu bırakıyorum. Çünkü inanıyorum ki insanlık, doğayla uyum içinde yaşamayı yeniden öğrenebilir. Doğayı yalnızca bir kaynak değil, bir yaşam ortağı olarak görmek zorundayız. Bu değişim, bireysel çabalardan küresel harekete kadar her düzeyde gerçekleşmeli. Daha az tüketmek, geri dönüşüme öncelik vermek, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek ve ekosistemleri korumak... Eğer bugün bu adımları atabilirsek, sizin dünyanız çok daha yeşil, temiz ve adil bir yer olabilir.
Eğer 2040, doğayı gerçekten koruyabildiğimiz bir dünya olduysa, ne mutlu bize. Ancak, bu yazıdan yıllar sonra bile hâlâ aynı hatalar devam ediyorsa, bugünkü çabalarımızın yetersiz kaldığı için sizden özür diliyorum.
Sevgili 2040, bu mektup yalnızca geçmişin bir yankısı değil, aynı zamanda bir hatırlatma. Biz, doğanın koruyucularıyız; onun sahipleri değiliz. Umarım, siz bu gerçeği bizden daha iyi anlamış bir dünyada yaşıyorsunuzdur.
Sevgiler,
Orhan Açıkgöz