Serap Oruç

Hakikat Zekâ ve Söz Yükü

Serap Oruç

Söz, zekâ, hakikat… Bunlar çağımızda sık dillendirilen ancak derinliği yitirilmek üzere olan kavramlar. Çünkü herkesin her konuda konuştuğu, fakat çok azının gerçekten bildiği ve anladığı bir dünyada yaşıyoruz. Lâkin bazı gerçekler vardır ki, ne kadar üstü örtülmeye çalışılsa da eninde sonunda ortaya çıkar. Güneş gibi… Sıvanamaz. Bastırılamaz. Görmezden gelinse de doğmaktan vazgeçmez.

Söz, insanın en büyük silahı kadar en ağır sınavıdır. Her kelime, ya bizi yükseltir ya da bizi usulca düşürür. Zirâ “Söz gümüşse, sükût altındır,” sözü boşuna söylenmemiştir. Hasılı kelam çoğu zaman sözün çokluğu ya aptallıktandır, ya da bir aptala anlatma çabasındandır. İşte bu yüzden bazen ne kadar çok anlatırsak, o kadar az anlaşılırız.

Nietzsche'nin şu sözü bu hissi çok anlamlı özetler: “İnsan, en çok anlamadığı şeye saldırır.” Bu yüzden hakikat de sık sık saldırıya uğrar. Bastırılır, çarpıtılır, yok sayılır. Fakat hakikat, güneş gibidir. Ne kadar balçıkla sıvanırsa sıvansın, üstü örtülmek istenirse istensin er geç doğar. Kabul etmeyen gözleri kamaştırır, reddeden kalpleri yakar,  kendini tüm ihtişamıyla ilan eder.

Zekâya tapan bir toplum olduk. Herkes zeki görünmenin, zihin oyunlarıyla diğerlerinden fazla parlamanın peşinde. Fakat zekânın en fazlası, şeytanda toplanmıştır. Kendi tuzaklarında kendini ele veren o derin zekâ, insanın hakikatten sapmasının başka bir yoludur. Dostoyevski’nin dediği gibi: “İnsan bazen öyle zekice yalan söyler ki, sonunda kendi bile inanır.” Bu yüzden zekâ bazı mevzularda bir kandırmacadır; hatta evvela sahibini yanıltan bir serap...

Hakikat ise sessizdir. Gösterişsiz, yalın, çıplak ve sakin bir gerçektir. Bir annenin gözyaşında, bir çocuğun sessiz bakışında, bir yaşlının derin suskunluğunda, bir hayvanın masumiyetinde kendini gösterir. Fakat zeki olan; kalabalık, gürültü, alkış ister. Ne kadar çok ses varsa, hakikatten o kadar uzaklaşılır.

Konfüçyüs'ün de bu konuda güzel ve anlamlı bir sözü şöyledir: “Gerçeği bilenlerle onu sevenler hiçbir zaman eşit değildir.” Zira bilen çoktur; seven az. Çünkü hakikati sevmek, ona teslim olmayı gerektirir. Akıl ise teslimiyet istemez; egemenlik ister. Ve denetleyemediği her şeyi yok etmeye çalışır. Bu yüzden aklın kibridir daima ruhun huzurunu bozan.

Zekânın yok sanıldığı yerde ya da tükendiği yerde ise sezgi doğar. Çünkü sadece sezgi, kalbin hakikatiyle konuşur. Söz gereksizleşir, susmak en yüksek ses olur. Hakikat en çok, sessizlikte yankılanır. Ne büyük sözler, ne karmaşık akıllar... Dupduru sade bir yürek yeterlidir.

En sonunda da anlarız ki: Hakikate ulaşmak sözle değil, zekâyla değil, dürüstlükle olur. Çünkü gerçekler er ya da geç kendini göstermenin bir yolunu bulur. Saygılar.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları